NİYET VE İHLAS
İslam'ın en
ziyade ehemmiyet verdiği hususlardan biri niyettir. Kişinin yaptığı işler niyete
göre değer kazanır; Allah nazarında da
kul nazarında da bu böyledir. Aynı fiili
yapan iki ayrı kişi niyetlerindeki
farklılık sebebiyle birbirine zıt karşılık görebilirler. Bu sebeple,
gerek Kur'an' da ve bilhassa hadislerde niyetin ehemmiyetine dikkat çeken
beyanlar çokça gelmiştir. Şu ayette, insanların niyetlerine göre hesaba
çekilecekleri belirtilmiştir:
"Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi
Allah'ındır. Siz içinizde olanı açıklasanız da, saklasanız da, Allah onu bilir
ve onunla sizi hesaba çeker. (Sonra da ameline ve niyetine göre) dilediğinin
günahını bağışlar, dilediğine azab verir. Allah'ın kudreti her şeye yeter"
(Bakara 284).
Kur'anda niyet kelimesi sarih olarak zikredilmiyor ise de, alimler
bazı ayetlerin niyetle ilgili olduğunu göstermişlerdir. Bunlardan biri şu
ayettir:
"Halbuki onlar, ihlâs ile Allah'a kulluk etmekten.. başka bir şeyle
emrolunmamışlardı" (Beyyine 5).
Keza, "Nuh'a
emrettiği şeyi Allah sizin için de dinin hükümlerinden kıldı ki, onu sana
da vahyetmiştik. Aynı şeyi İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da emretmiş ve "Dini
dosdoğru muhafaza edin ve onda ayrılığa
düşmeyin" buyurmuştuk..." (Şûra 13).
Alimler, burada peygamberlere vahyedildiği
bildirilen şeyin ibadette ihlâs olduğunu belirtirler. İhlas ise niyetle
gerçekleşir, ameli Allah rızası için yapmak demektir.
Bu bölümde
kaydedilen ilk hadiste Resulullah "Amellerin niyetlere göre
değerlendirileceğini" haber veriyor. Bazı alimler bu niyet hadisinin İslam'ın
üçte birini, bazıları da dörtte birini teşkil ettiğini söylemiştir.
"Resulullah'ın ihbarları arasında, bundan "ahkâmca daha cami, manaca daha
zengin, hasıl ettiği faideleri daha çok olan" bir başka hadis mevcut değildir"
değerlendirmesi de niyet hadisi için yapılmıştır. Bu hadisin, Abdurrahman İbnu
Mehdi otuz ayrı bahsi ilgilendirdiğini, Şafii hazretleri ise yetmiş bahsi
ilgilendirdiğini söylemiştir.
Beyhaki
hazretleri, niyet hadisinin, ilmin üçte birini teşkil ettiğini söylediktensonra
şu açıklamayı yapar:
"Çünkü, kulun kesbi ya kalbiyledir ya diliyledir, ya da
cevârihi (uzuvları) iledir. İşte niyet, bu üç kısımdan biri ve en üstünüdür.
Çünkü niyet bazan müstakillen bir ibadet olduğu halde, diğerleri ibadet
olabilmek için ona muhtaçtır. Bu sebepledir ki, Resûlullah "Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır"
buyurmuştur. Öyleyse, niyet üzerinde düşünecek olursan, onun iki emrden (yani
amelden) hayırlısı olduğunu anlarsın."
Ahmed İbnu
Hanbel, niyete ilmin üçte biri derken, bütün ahkâmın, -onun nazarında- icra
edildiği üç ana temelden biri olmasını kasdetmiştir. Ona göre diğer iki temelden
biri "Bizim emrimize
uymadan yapılan bir iş merduddur" hadisi, diğeri de "Helal açıklanmıştır, haram
da açıklanmıştır..." diye başlayan hadistir.
Bediüzzaman,
niyeti, âdetleri ibâdete çeviren bir iksir olarak değerlendirir. Kırk yıl,
hayatında öğrendiği dört hakikatten birinin niyet olduğunu beyan eder: "Kırk
sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim:
... Kelimelerden maksad mana-i harfî, mana-i ismî, niyyet, nazardır.. Nazar ile
niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder (değiştirir). Günahı sevaba, sevabı günaha
kalbeder. Evet niyet âdi bir hareketi ibâdete çevirir. Ve gösteriş için yapılan
bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyâta esbâb hesabıyla bakılırsa cehâlettir.
Allah hesabiyle olursa mârifet-i İlahiyedir."
Birçok
hadislerinde, Resûlullah, cephede ölenlerin şehidlik sevabının niyetlerine göre
olacağını belirtmiştir. "Kim Allah yolunda cihat etmektedir?" mahiyetindeki bir
soruya "Kim Allah'ın kelamı yüce olsun diye savaşırsa işte o kimse Allah yolunda
cihaddadır" diye cevap vermiştir. Bir diğer hadiste "Karşılıklı savaşan iki
cephe arasında nice maktuller vardır ki, gerçek niyetlerini ancak Allah bilir"
buyrulmuştur. Bir diğerinde de: "Sırf ganimet niyetiyle savaşan kimse için
sadece niyet ettiği vardır (cihad sevabı verilmez)."
Bu hususun en
güzel örneği, sahîh hadislerde geldiği üzere Kuzmân hadisidir. Müslümanlar
safında herkesin dikkatini çekecek, takdirlerini celbedecek kadar kahramanca
savaşan, pek çok müşriği öldüren Kuzmân, bu yiğitlikleri Allah'ın kelamını
yüceltmek için yapmadığı için Resûlullah'ın ihbarı ve diğer mücahidlerin
müşahedesiyle hayatını cehennemliklere yaraşır şekilde sona erdirmiş ve onun bu
elîm akibeti üzerine Aleyhissalâtu vesselâm açıklamıştır:
"İnsanlardan
bazıları vardır ki, halka görünüşe göre ehl-i cennete yaraşan hayırlı işler
yaparlar. Halbuki onlar (o işlerini yaparken taşıdıkları niyetleri sebebiyle)
cehennemliktir..."[1]
ـ5751 ـ1ـ عن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ #: إنَّمَا ا‘عْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى،
فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ الى اللّهِ وَرَسُولِهِ فَهِجْرَتُهُ الى اللّهِ
وَرَسُولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ الى دُنْيَا يُصِيبُهَا أوِ امْرَأةٍ
يَنْكِحُهَا فَهِجْرتُهُ الى مَا هَاجَرَ إلَيْهِ[. أخرجه الخمسة
.
1.
(5751)- Hz. Ömer
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Ameller
niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti
Allah'a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de
elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o
hicret ettiği şeyedir." [Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45,
Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155, (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11,
(2201); Tirmizi, Fedâilu'l-Cihâd 16, (1647); Nesâî, Tahâret 60, (1, 59, 60).][2]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis,
Muvatta dışında kalan muteber hadis kitaplarımızın hepsinde gelmiştir. Hadisin
Muvatta'nın İmam Muhammed eş-Şeybânî nüshasında yer aldığını bazı ehl-i tahkik
söylemiştir.
2- Niyetle ilgili
hadis çok ise de, bu hadis, sahîh bir senetle tek tarikten gelmiştir. Sonradan
ulemâ arasında fevkalâde şöhret yapmıştır. Bilhassa ihtiva ettiği hüküm,
âlimlerce öylesine benimsenmiştir ki, Umumî Açıklama kısmında kaydettiğimiz
üzere, Ahmed İbnu Hanbel gibi İslâm' ın mühim bir imamı, onu dinin üç temelinden
biri kabul etmiştir. Bütün ameller, kıymetini niyete göre kazandığı için, İslâm
müellifleri eserlerini bu hadisle başlatmayı âdet
edinmiştir.
3- Hadisin vürud
sebebiyle ilgili olarak, bazı kaynaklarda şu açıklamaya rastlanır: Resulullah'ın
Medine'ye hicret etmesi üzerine Müslümanlar Mekke'yi terkederler. Resûlullah'ın
emrine uyarak hicret edenlerden biri de Ümmü Kays adında bir kadındır. Bununla
evlenmek düşüncesinde olan bir erkek, kadının: "Hicret etmezsen seninle
evlenmem" demesi üzerine, onunla evlenmek için hicret eder ve
Medine'de evlenirler. Herkes Allah ve Resulü'nün rızası için hicret ederken,
sırf Ümmü Kays'la evlenmek için hicret eden bu şahısın niyeti herkesçe bilindiği
için adama Ümmü Kays'ın muhâciri manasında "Muhâciru Ümmü Kays" lakabı
takılmıştır. Gerçi rivâyette sarîh olarak "Resûlullah bu hâdise üzerine niyet
hadisini îrad buyurmuştur" denmez ise de, geçen ibare, zihinlerde bir irtibata
sebep olmuştur.
4- Âlimler,
hicret için niyetin hâlis olmasının ehemmiyetini söylerken, hem evlenmek gibi
dünyevî bir maksad, hem de hicret gibi bir niyetin beraber olabileceğini de
belirtirler. Her ne kadar birincisi kâmil bir niyete sahip ise de ikincisi batıl
bir iş yapmış sayılmaz, birinciye nisbetle niyetinde eksiklir var demektir. Zira
evlenmek de meşru bir ameldir, o da niyete tâbi olarak mana ve ehemmiyetini
değiştirebilir. Sevap yönüyle, elbette ki birinci üstün olacaktır. Hatta sırf
evlenmeye niyet eden kimse, bunu, iffetini korumak, Resulullah'ın "çoğalın"
emrini yerine getirmek gibi bir niyetle yapsa sevaba nail olacaktır. İslâm
tarihinde bunun değişik örnekleri var. Ebu Talha, Ümmü Süleym'le evlenmek ister.
Ancak daha önce Müslüman olan Ümmü Süleym, Müslüman olması kaydıyla
evlenebileceğini söyleyince Ebu Talha Müslüman olur. Burada Ebu Talha'nın
Müslümanlığı değersizdir denemez. Evlenmek, Müslüman olmaya teşvik unsuru
olmuştur. Oruç tutup bununla hem ibadet ve hem de perhize niyet edenin hali de
böyledir. Sırf perhiz için tutulan orucun sevabı yoksa da, her ikisine niyet
eden, niyetinin derecesine göre sevap alır. Eğer perhiz niyete gâlip çalarsa
Gazâlî'ye göre bunun sevabı yoktur. Bütün ameller böyledir, dinî niyetin
galebesi halinde sevap alır, değilse alamaz. İbnu Cerir et-Taberî, dünyevî
maksatların karıştığı ameller hususunda selef cumhûrunun, işin başına
(iptidasına) itibar edileceği, hangi niyetle o ameli başlatmışsa ona göre
değerlendirileceği, eğer sırf Allah rızası için başlamış idiyse, sonradan ârız
olan başka maksatların zarar vermeyeceği görüşünde olduklarını
nakletmiştir.
5-
Bu hadisle
istidlal eden bazı âlimlerimiz, hükmü bilinmeden amele teşebbüs etmemek
gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü hadis, amelde niyet olmadığı takdirde amelin
değersiz olduğunu ifade etmektedir, nitekim bir amele terettüp edecek hüküm
bilinmezden önce, o şeyin yapılmasına niyet etmek sahih olmaz. Keza hadisten
gâfile (hiçbir niyeti olmayana) teklif olmayacağı, çünkü kasd, maksudun
bilinmesini gerektirdiği, gâfilin ise kasıtsız olduğu hükmü de
çıkarılmıştır.
6- Hadisle ilgili
bir kısım açıklamaya Umumî Açıklama kısmında yer verdik, oraya bakılsın.[3]
ـ5752 ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]قَالَ
رَسُولُ اللّهِ #: إذَا أنْزَلَ اللّهُ بِقَوْمٍ عَذَاباً أصَابَ الْعَذَابُ مَنْ
كَانَ فِيهِمْ ثُمَّ بُعِثُوا عَلى نِيَّاتِهِمْ[. أخرجه الشيخان
.
2.
(5752)- İbnu Ömer
radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah (aleyissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Allah bir
kavme azap indirdi mi, o azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra,
(kıyamet gününde) herkes niyetlerine [ve amellerine] göre diriltilirler."
[Buhârî, Fiten 19; Müslim, Sıfatu'l-Cenne 84, (2879).][4]
AÇIKLAMA:
Resûlullah
(aleyissalâtu vesselâm), bu hadislerinde yaptıkları kötülükler sebebiyle, bir
kavme İlâhî ceza geldiği takdirde, iyilerin bu cezadan hariç kalmayacaklarını,
dünyevî azaba, kötülerle birlikte aynen iştirak edeceklerini; ancak ahirette,
iyilerin dünyadaki niyet ve amellerine uygun olarak hayır üzere
diriltileceklerini, iyiliklerinin zayi olmayacağını
belirtmektedir.
Bazı
rivayetlerde "niyetleri üzere" denilirken, bazılarında "amelleri üzere"
denmiştir. Keza "amelleri ve niyetleri üzere" şeklinde her ikisini zikreden
rivayet de mevcuttur.
İyilere isabet
eden ceza, onların günahlarına bir keffaret, derecelerine bir yükselme vesilesi
olacaktır.
Beyhakî'nin
Şuabu'l-İman'da kaydettiği bir rivayet bu bahsi biraz daha açmaktadır:
"Yeryüzünde kötülük zuhûr etti mi Allah içlerine belasını indirir." "Ey Allah'ın
Resûlü! İçlerinde ibadet ehli olduğu halde mi?" denildi de, "Evet! Ancak
bilahere Allah'ın rahmetine göre diriltilirler" buyurdu."
Zeyneb Bintu
Cahş'tan gelen bir rivayet, cemiyette kötülüklerin galebe çalıp alenen işlenmeye
başlanması durumunda İlahî cezanın geleceği belirtilir: "Ey Allah'ın Resûlü,
aramızda sâlih kişiler olduğu halde helak mı olacağız?" diye sorunca: "Evet!
Kötülükler çoğalınca!" cevabını alır. Bu hususu te'yîd eden bir diğer rivayet
Sıddık radıyallahu anh'tan gelmiştir: Anlattığına göre Aleyhissalâtu vesselâm'ın
şöyle buyurduğunu işitmiştir: "İnsanlar kötülüğü görünce müdahale edip
düzeltmezlerse, Allah'ın, hepsini kuşatacak umumî bir ceza göndermesi
yakındır."
Müslim'de gelen
bir rivayette Aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştur ki: "Şaşılacak şey! Hakikaten
ümmetimden bir kısım insanlar Kureyş'ten Beyt'e sığınmış bir adam için, Beyt'e
doğru hareket ederler. Çöle vardıklarında bunlar yere batırılacaklardır." Hz.
Aişe der ki: "Ey Allah'ın Resûlü dedik, yol bazan farklı insanları biraraya
getirir!"
"Evet
buyurdular, onların arasında kasıtlısı, mecbur edileni, yolcusu var. Hepsi de
toptan helak olurlar, ancak muhtelif yerlerden çıkarlar, Allah herbirini
niyetine göre diriltir."
Alimler, bu
hadislerden hareketle ölümde iştirakin sevap ve ikâbda da iştiraki
gerektirmediği, Allah'ın gazabına uğramış milletler içerisinde sâlihlerin de
bulunabileceği hükmünü çıkarmışlardır.
İbnu Ebî Cemre,
iyilere de musibetin gelişini, "onların emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l
münkerden geri kalışlarına ceza" olarak yorumlar. Ve devamla: "Emr-i bi'l ma'ruf
ve nehy-i ani'l münkerde bulunanlar hakiki mü'minlerdir. Allah onlara azab
göndermez, bilakis onlar sebebiyle azabı defeder" der. İbnu Ebî Cemre'nin bu
görüşünü "Ahalisi zulme sapmadıkça
hiçbir memleketi biz helâk etmeyiz" (Kasas 59) ve keza: "Halbuki sen içlerinde
olduğun halde onlara azab edecek değildir. Onlar bağışlanmalarını ister
oldukları halde de Allah onlara azab edecek değildir" (Enfâl 33) gibi âyetler
te'yid eder.
Diğer taraftan,
münkerden men etmeyenlere de azabın şâmil olacağını te'yîd eden âyetler de
mevcuttur: "Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini
işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber
oturmayın" (Nisa 140). Şu halde böylesi insanlarla oturmak nefsi tehlikeye atmak
olacağından, küffârdan kaçmak meşru addedilmiştir. Bu emir, küffârın söz ve
fiillerinden rahatsız olanlar içindir. Onlara yardımcı olan, onlardan razı olan,
artık onlardan biri olmuştur.
Sadedinde
olduğumuz hadiste, kötülüklere seyirci kalıp men etmeyenleri korkutma vardır.
Seyirci kalmanın ötesinde, birkısım şahsi mütâlaalar, temelsiz yorumlar ve
dünyevî menfaat hesaplarıyla zâlimlere ve kötülere müdâhanede bulunanların,
kötülüklere kılıf uydurup razı ve hatta yardımcı olanların hali ne olur? Cenab-ı
Hak mü'minleri böylesi fitnelerden siyânet buyursun![5]
ـ5753 ـ3ـ وعن ابن عبّاس رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]قَالَ
رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ أخْلَصَ للّه أرْبَعِينَ صَبَاحاً ظَهَرَتْ يَنَابِيعُ
الْحِكْمَةِ مِنْ قَلْبِهِ عَلى لِسَانِهِ[. أخرجه رزين .
3.
(5753)- İbnu Abbâs
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah (aleyissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Kim kırk sabah
Allah'a ihlâslı olursa, kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar."
[Rezîn tahric etmiştir. Hadis Hilyetü'l-Evliya'da Ebu Eyyûb el-Ensârî'den merfu
olarak kaydedilmiştir, (5, 189); keza hadisi Câmiu's-Sagîr'de de bulmaktayız(
Feyzu'l-Kadir 6, 43).][6]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin,
Câmiu's-Sagir'deki veçhinde: "Kim kırk gün Allah'a ihlâslı olursa" şeklinde
gelmiştir. Münâvi: "Kim kırk gün ibadetini Allah'a ihlâsla yaparsa..." diye
açıklar ve ihlâslı olmayı "bedenini maddî pisliklerden temizlemek, zâhirî ve
batınî duygularını, algılamaya ihtiyaç duyulmayan şeylerden berî tutmak,
azalarını, aklî mizanlara ve şer'î ahkâmlara muvafık malum ve mutedil
tasarrufların dışına çıkmaktan korumak, onları nebevî nasihatlar, hakimane
tenbihler dairesinde kullanmak ve bilhassa lisan ve hayâlini fasid itikadlardan,
bâtıl mezheplerden, düşük tahayyülâttan koruyup, onların boş emel ve dipsiz
kuruntularla oyalanmasına meydan vermemek, zihnini alçak fikirlerden,
gerçekleşmeyecek kuruntulardan uzak tutmak..." diye açıklar. Münâvi, kişinin
manevî temizliğini sağlayacak daha pek çok tedbirleri saydıktan sonra, "kalpten
lisana hikmet çeşmelerinin akmasını" izah sadedinde: "Çünkü, mânevî tahareti
muhafaza ve mücâhedenin peşini bırakmamak, kişiyi müşâhedeye ulaştırır. Nitekim
Cenab-ı Hak hazretleri "Ey Resûlüm, gece vakti de uyanıp sadece sana mahsus
fazladan bir ibadet olarak teheccüd namazını kıl. Umulur ki Rabbin, seni övülmüş
bir makam olan en büyük şefaat makamına kavuşturur" (İsra 79) buyrulmuştur.
Varlığın gerçek maksudu olan Zât-ı Şerif aleyhissalâtu vesselâm Makam-ı Mahmud'a
ancak rüku ve sücud ile ulaşabilirse, hiçbir mahsulü (muktesebatı) olmayan bir
kimse nasıl vüsûl arzu edebilir? Bu hakikate binâen büyükler "Gayret et müşâhede
et!" demişlerdir" der.
2- Hadiste "kırk
gün"le kayıtlamanın hikmeti şöyle açıklanmıştır: "Bu, öyle bir müddettir ki, bir
şeye, bu müddet boyunca devam edildiği takdirde o şey insanda fıtrî, tabiî bir
huy haline gelir." Sûfîlerden bir grup, bundan hareketle, bir müridin halvetinin
kırk gün olacağına hükmetmiştir.
3- Muhaddisler bu
hadisin zaafına dikkat çekerler. Ancak ehl-i tasavvuf, hadis ilminde
rastlanmayan bir metodla, hadisin sıhhatini tahkik ederler ve sıhhatine
hükmederler. Münavî'nin kaydına göre Abdü'l-Hakk' ın Şerhu'l-Ahkâm'ında şöyle
denmiştir: "Bu hadis, sened yönüyle sahih olmasa da atâ ve imdâd ehline has
kılınan zevk, hadisin sahih olduğunu anlamıştır. Bunun anlaşılması, fethî ilme
sahip olmayana zordur. Bu "fethî ilm"i elde etmenin yolu, Muhammedî ihlâs
vasıtasıyla gelen Feyz-i Rabbânî'dir."[7]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder