15 Ocak 2013 Salı

Yunus Peygamberin Hayatı


Fotoğraf
YUNUS PEYGAMBERİN HAYATI:

 Hz. Yunus Aleyhisselam'a peygamberlik görevi verildikten sonra milletini imana ve inanca davet etmeye başlamıştı. Onları kendilerine bile hayrı olmayan putlardan uzak tutmaya çalıştı. Tam otuzüç yıl halkını iman etmeye uğraşan Yunus Peygambere sadece 2 kişi iman etti ve inandı. Nitekim iman eden iki kişiden biri Alim ve Hakimdi Ötekisi Abid ve Zahid idi.

Hz. Yunus mille...
tine sürekli nasihat ediyordu. Çünkü inancı gereği dinin direği nasihattir. İhlastır. Samimiyettir. Fakat Hz. Yunusun 33 yıllık uğraşları hiçbir sonuç vermedi. Hidayet Allahındır. Peygamberler ancak ilahi hükümleri insanlara tebliğ etmek ile sorumludurlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

Habibim!

Sen ancak tebliğ edicisin ( Elçisin)

Hidayet Edici Değilsin

İnsanların Kafirlikte inat etmeleri ve nasihat dinlemeyişleri Hz. Yunusun zoruna gitti. Eğer İmansızlıkta daha fazla inat ve ısrar ederlerse Allahın emri ile üç gün veya kırk gün sonra başlarına büyük azap geleceğini haber verdi. Ve kendisi uzaklaştı. Yunus peygamber bundan sonra sürekli Allahı zikir etmeye başladı.

Yunus aleyhisselamın ortadan kaybolduğu andan kırkgün geçmişti. Ve azap günü gelmişti. Her tarafı kara bulutlar kaplamaya başlamıştı. Had Kavmini helak eden rüzgarın gürültüsü gibi korkunç sesler duyulmaya başlamıştı. İnançsız halk bir anda paniğe kapıldı. Bu olayların Hz. Yunusun anlattığı helak olduğunu anladılar. Yunus peygamberi aramaya başladılar.

Yunus peygamberi hiçbir yerde bulamadılar. Bu beladan nasıl kurtulacaklarını bulmaya çalışıyorlardı. İçlerinden birisinin tavsiyesi ile birbirleri ile helalleşmeye başladılar. Ninova şehrini terkettiler. Yüksek bir tepeye çıktılar. Buraya Tevbe Tepesi denilmektedir. Büyük küçük herkes Tevbe edip Allaha yalvarmaya başlamışlardı.

Nitekim Kuran-ı Kerimde de geçtiği üzere " Bana Dua Ediniz, Sizin Duanıza Karşılık Vereyim Rabbinizden Günahlarınızı Bağışlamasını İsteyiniz Muhakakki O Çok Bağışlayıcıdır."

Peygamber Efendimiz'de bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurmaktadır.

Siz Hata Etseniz.

Yaptığınız Hata Gökyüzüne Vasıl Olsa

Sonra Tevbe Etseniz

Cenab-ı Allah Sizin Tevbenizi Kabul Buyurur.

Ninova halkı tevbe tepesinde ağlayarak rabbimize yalvarıyorlardı. Yunusun bir olan Allahı bizi kurtar.

Hep bir ağızdan dualarına şöyle devam ettiler: Bizim günahımız büyüktür. Ama sen daha büyüksün. Bize hâyır ile muamele et. Sana yakışanı yap. Bizim yaptığımızı yapma. Duanın yapıldığı gün Aşure günü olup günlerden de Cuma idi. Bu dualar üzerine Cenab-ı Hak dualarını kabul etti. Azabı üzerlerinden kaldırdı. Çünkü gözyaşı ile pişmanlık, günahkarın samimiyetle Rabbine döndüğünün alametidir. Gözyaşı Cenab-ı Allahın merhametini günahkar kulun üzerine çeker. Bu sebeple kendisine gönülden yalvaran Yunus Aleyhisselamın kavmini affetmiştir.

Kuran-ı Kerimde Yüce Allah Şöyle Buyurmaktadır:

Azabımız gelip çattığı zaman iman edip de bu imanı kendilerine fayda vermiş bir memleket halkı bulunsaydı ya! Ancak Yunus'un kavmi müstesnadır ki, bunlar iman edince kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp giderdik. Ve onları daha bi zaman kadar yaşatıp faydalandırdık.

Bu ayettende anlaşılıyor ki, kendi imansızlıkları yüzünden helak olmak üzere iken tevbe etmeleri sebebi ile üzerlerinden azabın kaldırıldığı tek kavim Hz. Yunusun kavmidir.

Yunus peygamber Nihovadan ayrıldığı için kavminin başına gelenlerden haberi yoktu. Tevbe ettiklerini bilmiyordu. Bu bakımdan artık kavminin arasına dönmek istemedi ve Allahtan kendisine bir Vahiy gelmeden bir gemiye binip uzaklaştı.

Hz. Yunus otuzüçyıl uğraştan sonra kendisine inanmayan insanlarla uğraşmaktan yılmıştı. Ve Vahiy gelmeden uzaklaşarak Zelle denilen hataya düşmüştü. Bu acelecilik ve sabırsızlıktı. Nitekim yüze Allah Peygamberimize

" Ey Muhammed Sen Rabbinin Hükmüne Kadar Sabret. Balık Sahibi Yunus Gibi Aceleci Olma. "

Peygamber efendimizde Mekke halkından çok çekmiştir. Onu defalarca öldürmek istemişlerdir. Ancak o yılmamıştır.

Yunus Peygamberin bindiği gemi kıyıdan bir müddet uzaklaştıktan sonra gemi denizin orasında durdu. Geminin batacağından korkup gemideki herkes paniğe kapılmaya başladı. Çünkü gemide bir arıza yoktu. Suda almıyordu. Bunun üzerine burda bir uğursuzluk var kura çekeceğiz o ortaya çıkar dediler. Kura çekilde ve Yunus Aleyhisselama geldi Yunus Aleyhisselam kabul etti. Ben Efendimden kaçıyordum dedi ve Suya atılmayı kabul etti. Ve Yunus peygamberi suya attılar Yunus Aleyhisselam Suya düşer düşmez büyük bir balık onu yutuverdi.

Allahu Teala mucize olarak Hz. Yunusu balığın karnında yaşatıyordu. Balığın karnı karanlıktı. Hz. Yunusun aklı başında idi pek üzgün olarak Rabbine durumu şöyle arzetti.

La ilahe illa ente  Sübhaneke  İnni küntü minezzalimin

Senden başka ilah yoktur.

Seni tenzih ederim

Gerçekten ben nefsine zulmedenlerden oldum.

Hz. Yunus sürekli dua edince Allah cc. onu Balığın karnından kurtardı. Eğer çok tesbih edenlerden olmasaydı. Muhakkak insanların tekrar diriltileceği güne kadar onun karnında kalıp gitmişti. Daha sonra balık onu sahilde bir yere bıraktı " işte biz onu, kendiside hasta olarak açık bir yere çıkarıp bıraktık.

Allah cc. Hz. Yunus'u gölgelendirmek için geniş yapraklı çabuk büyüyüp yükselen bir nebat bitirdi. Bazı rivayetlere göre bu ağaç kabak ağacı idi..

Peygamber efendimize Kabağı niçin çok seversiniz ? Diye sorulduğunda

Kardeşim Yunusun ağacı olduğu için buyurması o ağacın kabak olduğuna delalet eder.

Yunus peygamber bu ağacın gölgesinde dinlendikten sonra sıhat buldu ve Vahiyle birlikte Nihovaya geri dönmek için yola koyuldu gittiğinde tüm halkı onu dinliyordu. O ne anlatırsa hemen kabul ediyorlardır. Yunus aleyyselam ve halkı mutlu bir şekilde yaşamaya başladılar. Nitekim yunus aleyhisselam yaşlandığında Nihavodan uzağa çekildi 83 yaşında vefat etti Türbesi Musulda bulunmaktadır.

Yunus aleysselamın balığı kıyamet gününde onun yanına gelecektir..
 
 

13 Ocak 2013 Pazar

Fatiha Süresinin Sırları


FATİHA SURESİNİN SIRLARI

1. Fatiha suresi, belirli veya normal zamanlarda bir kimse tarafından okunduğunda, Allahu Teâlâ o kimseyi dünyevî ve uhrevî maksadına nail eder.


2. Birçok bela ve musibetlerden uzak olmasına vesile olur.

3. Hasta olanlara da suya okuyup içirilse veya onların üstü­ne okunsa Allah’ın izni ile şifaya kavuşmuş olurlar.

4. Bir kimse yatarken 7 defa Fatiha suresini okursa, ölüm hariç her şeyden korunur.

5. Fatiha Suresi övgü ve dua olarak ikiye ayrılır.

6. Yüce Allah, Fatiha Suresini okuyanı över.

7. Fatiha Suresini okuyan kişi tüm Kuran’ı okumuş gibi sevaba nail olur.

8. Fatiha Suresini çok okuyan kişiye, 7 ayeti de cehennem kapılarında kapak olur; cehennem üzerinden salim olarak geçer.


9. Fatiha ve Ayete’l-Kürsi’yi okuyan; cin, şeytan ve insan şerrinden emin olur.


10. Fatiha’yı okuyan Allah’a şükrünü yerine getirmiş olur.

11. Fatiha aynı zamanda “şâfiye”dir, okuyanlara şifa kaynağı olur; ruhsal ve bedensel hastalıkları iyileştirir. Çünkü Rasûlullah bu şekilde dua yapmış ve “Allahümme hazihi’ş-şafiye ve ente’ş-şâfi. La şifâe illa şifâuke işfi ente’ş-şâfi la yuğadiru sekame” diye dua etmiştir.

12. Fatiha; istektir, münacattır, duadır.

13. Fatiha Suresi her derde devadır.

14. Fatiha Suresi indiğinde şeytan feryat etmiştir. Çünkü Fatiha okuyanın mükâfatı, Cehennem ateşinin ona haram olmasıdır.

15. Fatiha Suresi ile sırra erişilir. Arzuladığına hemen kavuşursun, şeref ve makama sahip olursun. Fakirlik, kötülük ve korkulardan emin olursun. Dünya ve ahiret saadetine kavuşursun.

16. Fatiha Suresinde bin zahir, bin de batın olmak üzere toplam iki bin hassa vardır. Ayet sayısı 7’dir. Fatiha 25 kelimedir. Kimi âlimlere göre 123, kimine göre 125, bazısına göre de 130 harftir.

17. Hasta üzerine 41 Fatiha okunursa hasta şifa bulur.

18. Her gün Sabah namazının farzı ile sünneti arasında 41 defa Fatiha okuyan kişi; makam ve mevki sahibi olur. Fakirlik görmez, hastaysa şifa, zayıfsa kuvvet bulur. Emniyet içinde bulunur. Kısırsa çocuğu olur. İzzet ve şeref elde eder.

19. Her farz namazlarının ardından 7 Fatiha okuyan kişiye hayır kapıları açılır.

20. 25 Estağfurullah, 11 İhlas, 7 Fatiha, 33 Salâtü Selam okuyup; Peygamberimizin (s.a.v.), evliyanın, ashabı kiramın ruhlarına hediye edip, onların yüzü suyu hürmetine şifa isteyen kişiye Allah şifasını verir.

21. Farz namazları arkasından 20 defa Fatiha okuyan kişinin rızkı genişler, durumu düzelir, iç âlemi nurlanır.

22. Sabah namazından sonra 30, öğle namazı sonrası 25, ikindi namazı sonrası 20, akşam namazı sonrası 15, yatsı namazı sonrası 10 defa Fatiha Suresi okunur. Toplam 100e ulaşır. Buna devam eden kişiye Allah istediğini verir.

23. Farz namazları ardından 100 Fatiha okuyan maksat ve arzusuna hemen kavuşur.

24. Sabah namazı ardından 125 Fatiha okuyan istediği şeyi elde eder.

25. Fatiha Suresini 125 bin defa okuyana büyük faydaları vardır.

26. Her gün 313 defa Fatiha okuyanın isteği ve arzusu yerine gelir.
Tembellik ve korkudan kurtulur; Allah okuyanın içini ve dışını temizler.

27. Yatarken Fatiha ile 3 İhlasla, Felâk ve Nas surelerini okuyan her şeyden güven içinde olur.

28. İçi su dolu kaba 40 Fatiha okuyup, hastanın bedeni o su ile yıkanırsa hasta şifa bulur.

29. Haceti, isteği olan, akşam namazının ardından 40 Fatiha okuyup dileğini Allah’tan isterse dileğine kavuşur.

30. Göz ağrısı için sabah namazının sünneti ile farzı arasında 40 Fâtiha okuyup, şifasını Allah’tan dilesin. Tükürüğünü parmak ucuyla gözüne sürsün veya okuyan kişi hastanın yüzüne üflesin.

31. Yola gidecek kişi kapıdan çıkarken 40 defa Fatiha okursa, güven içinde geri döner.

32. Sağ elini ağrıyan yere koyup, 7 defa Fatiha okur ve “Allah’ım hissettiğim acı ve ağrının kötülüğünü benden gider. Peygamberin Muhammed s.a.v. davetiyle beni bu acıdan kurtar” diye dua ederse Allah şifa verir.

33. Rızık için, yeni ayın pazar günü aya bakılır ve 70 Fatiha okunur. Pazartesi 60, salı 50, çarşamba 40, perşembe 30, cuma 20, cumartesi 10 olarak 7 gün okunur ve buna her ay devam edilir.

34. Fatiha Suresini seher vakti 41 defa okumayı adet haline getirene Allah rızık genişliği verir, işlerini kolaylaştırır.

35. Hayır için veya bir musibetten kurtulmak için günde 313 defa okunur veya 3 günde 1000 defa okunur.

36. Halvete çekilip günde 1000 defa Fatiha okuyarak gündüzleri oruç tutan, okurken (udi hindi ve amber gibi hoş kokulu) buhur yakan birtakım sırlara vakıf olur. Bu tertibe 7 gün devam edilmelidir.

37. Susuzluk ve açlık çeken; sabah Fatiha Suresini okuyup eline üflesin, sonra ellerini yüzüne ve karın bölgesine dokundurursa bu hislerden kurtulur.

38. Fatiha Suresi bir kaba yazılıp, su konulur ve yazı silindikten sonra hastaya içirilirse şifa bulur. Aynı şekilde ağrıyan yere 3 defa sürülürse ve Allah’ım sen afiyet ver. Sen afiyet verirsin diye dua edilir.

39. Ruhi depresyonda olan hasta için; Fatiha Suresi bir kaba yazılır, içine su konulur, yazı silindikten sonra hasta o suyla yüzünü yıkarsa şifa bulur. İçerse sakinleşir.

40. Fatiha Suresi, safran, misk ve gül suyu karışımı ile yazıp, bu yazı su ile silinip içilirse içenin zekâsı açılır; duyduğunu unutmaz.

41. Gül yağı ile silip kulak ağrısı için kulağa damlatıldığında ağrı geçer.

42. Bir kaba yazıp kına çiçeği yağıyla silinir, üzerine de 70 kere Fatiha okuyup ağrı olan yere veya felç, romatizmalı yere sürülürse şifa olur. Tabii bu tür uygulamalar daima Tıbbın çare bulamadığı ve müdahale imkânı olmayan durumlarda yapılır.

43. Akrep ve yılan sokan kişi, zehir çıkarıldıktan sonra, ağrının geçmesi için bir kaba su ve tuz konulur. 7 defa Fatiha okunur ve içirilirse Allah’ın izni ile ağrı geçer.

44. Bir kişiden itibar görmek veya zalim kişinin yanına gitmek zorunda kalan kimse, 19 defa Fatiha okuyup, o kişinin yüzüne üflerse, onun şerrinden emin olur, itibar görür.

45. Cuma günü sabah namazının ardından 41 defa Fatiha Suresini yazıp üzerinde taşıyan kişi; cin, şeytan ve insan şerrinden korunur.

46. Gece, gündüz Fatiha okuyan tembellikten, ağır davranmaktan kurtulur. Hastalıklardan, cin, şeytan ve insanlardan gelecek zararlardan korunur.

47. Gözü ağrıyan sabah 3 Fatiha okuyarak parmağıyla göz kapaklarına sürerse ağrı geçer.

48. Bir isteği, haceti olan, maksadının olması için 2 rekât Allah rızası için namaz kılar ve namaz kıldıktan sonra 7 Fatiha okuyup dua ederse isteği olur.

49. Bir ihtiyacı ve isteği olan kimse, dileğinin yerine gelmesi 40 gün, ara vermeden, sabah namazının ardından, güneş doğmadan 41 defa Fatiha okuyarak ardından “Ya Rabbe’l-Âlemin, Ya Rabbe’l-Azim, Fatiha Suresinin hürmetine isteğimi ya da ihtiyacımı ihsan eyle…” diye dua ederse isteği yerine gelir.


Kaynak; Dr. Arif ARSLAN(Hazırlık aşamsında olan “Kuran-ı Kerim’in Sırları ve Hikmetleri” kitabından)

12 Ocak 2013 Cumartesi

İnsan Niçin Yaratıldı?



İnsan Niçin Yaratıldı?

İnsan her şeyden önce yaratılış gayesini bilmelidir ki söz, davranış ve eylemlerini yaratılış gayesine uygun olarak ayarlayabilsin.
 
İnsan niçin yaratıldığını kendisi cevaplandıramaz. İnsanın niçin yaratıldığını, ancak Allah bilir. İnsan, Kuran-ı Kerimdeki bazı ayetlerin yorumlanmasıyla niçin yaratıldığı konusunda fikir edinebilir.
 
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)
 
Bazı meâllerde “kulluk” kelimesi yerine "ibadet" kelimesi kullanılmıştır. İbadet kelimesini geniş anlamında kullanılırsa kulluk anlamı verilmiş olabilir.
İnsan kulluk yapacağı Allah’ı tanımalı ve sevmelidir ki görevini hakkıyla yapmış olsun.
 
İbadet kavramı beş İslâm şartı ile sınırlı değildir. İnsanın tüm söz, davranış ve uygulamaları ibadet kavramı içindedir.
 
İnsanın kendine, ailesine, çevresine,toplumuna, insanlığa; evrene; Alla'a karşı görevleri vardır. Bütün bu görevlerin yerine getirilmesi için, yukarıda da belirtildiği gibi Allah’ı tanımak ve sevmek, yaratıkları tanımak ve onları sevip korumak; kendisinin ve başkalarının yararlanabileceği değerler üretebilmek …vb. gerekir.
 
“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”( Müminun 115) Ayetten de anladığımıza göre insan oğlu boşuna yaratılmamıştır. Verilen görevlerin yapılıp yapılmadığı hesabı sorulacaktır. Yani dünya-evren bir sınav yeridir.
 
Kulluk görevlerimi başarıyla yapmak, sınavdan geçebilmek için, her şeyden önce iman etmeliyiz. Sonra âlimlerin Kuran-ı Kerimden ve hadislerden çıkardıkları görevlerimizle ilgili konulara iyi çalışmamız ve kulluk görevlerimizi yapmamız gerekir.
 
Özetle tekrar ediyoruz:
 
İnsan Allah’a kulluk görevini yapması için yaratıldı.
 
Kulluk görevi dar anlamında ibadetle sınırlı değildir. Tüm söz, davranış ve uygulamalarımızı Allah rızasını kazanmak için emir olunduğu gibi yapmalıyız. Başka deyişle yaratılış gayesini bilen kulluk görevini eksiksiz yapar ya da yapmalıdır.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Elemneşrahleke Sadrek Suresi Dinle | İnşirah Suresi Türkçe Mealli Video | İnşirah Suresi Yüzünden Takipli Oku

 



İnşirah suresinin faziletleri;


Allah (c.c) katında yükselmek isteyen kişi bu sureyi günde 70 defa okursa manevi anlamda ilerler. Hazmetmeye gücün yettirilemediği ilim vb. şeyleri bu süreyi günde 70 defa okuyarak kolayca kavrayabilirsiniz. Bunalımda olanlar bulundukları sıkıntıdan feraha çıkmak isterse bu süreyi günde 70 defa okuyabilirler. Bu süreye devam eden kesinlikle murâdına erer.



Bismillahirrahmanirrahim,

1. Elemneşrahleke sadrek
2. Ve vedağna anke vizrek
3. Ellezi engada zahrek
4. Ve refağna leke zikrek
5. Feinne meal usri yüsra
6. Inne meal üsri yüsra
7. Feiza ferağte fensab
8. Ve ila rabbike ferğab

1.Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi?
2.Ve yükünü indirip-atmadık mı?
3.Ki o, senin belini bükmüştü;
4.Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?
5.Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.
6.Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.
7.Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.
8.Ve yalnızca Rabbine rağbet et.

Mekke'de nazil olmuştur. 8 âyettir. "İnşirah" açılmak, genişlemek, sevinmek manalarına gelir.

21 Aralık 2012 Cuma

Bilmemiz Gereken Mühim Meseleler



99 MÜHİM MESELE

1- Gusül abdesti alırken vücuttan durmadan kan aksa, bilerek ya da bilmeyerek yel çıksa guslü sil baştan almaya gereğin olmayıp gusle devam edilmesi gerektiğini, burada önemli olanın, hiç kuru yerin kalmamasını sağlamak olduğunu, çünkü guslün bozulmasını sadece meninin gerektirdiğini ve yukarıdaki gibi abdesti bozan durumların gusülde dahi sadece namaz abdestini bozduğunu ve guslün sıhhatine mani olmadığını biliyor muydunuz?

2- Vitir namazının ilk rekâtında elem neşrahleke, ikinci rekâtında tebbet üçüncü rekâtında da ihlas suresini okumaya devam edenlerin diş rahatsızlığı çekmediğini biliyor muydunuz?

3- Namaz kılarken rükünleri alelacele yapıp dolayısı ile rükünlerden çalmanın hırsızlık olduğunu ve Peygamberimizin bu tür kimselere en büyük hırsız dediğini biliyor muydunuz?

4- Cemaatle namaz kılarken cemaatten birisinin yaptığı yanlışın sehiv secdesini icap etmediğini ama imamın yaptığı bir yanlışta ise imam ve cemaate gerektiğini
* sehiv secdesinin namazdaki her yanlış hareket sonucu da icap etmediğini, sadece (ilmihal kitaplarında da ifade edilen) namazın farzı olan rükünlerden birinin tehirinde; (geciktirilmesinde, ertelenmesinde) veya namazın vaciplerinden birisinin terk edilmesinde ya da tehirinde gerektiğini; namazın farzlarından (İftitah tekbiri, niyet….) birisinin terkinde ise namazın tekrarlanması gerektiğini; namazın sünnetlerinden birisini terkin sehiv secdesi gerektirmediğini biliyor muydunuz.

5- İftitah tekbirinde “Allahu ekber” lafzının kulak yumşağına el değdiği anda bitmesi gerektiğini ve günümüzde insanların buna riayet etmeyerek büyük bir yanlışlık yaptığını; Tekbir esnasında ellerin içinin kıbleye bakması gerektiğini parmak aralarının ise ne tam açık ne de tam kapalı, kendi haline olacak şekilde ayarlanması icap ettiğini
biliyor muydunuz.


6- Erkeklerde sakal bırakmanın sünnet olduğunu ama bulunduğu çevre ve imkan dahilinde bunu yapamayarak ileriki zamanlara tehir eden bir kişinin traş olurken bile bu muzdaripliğini unutmaması gerektiğini bundan ötürü sakal traşında sol tarafından başlaması icap ettiğini ve traşı olana da, sünneti ihlal ettiği için “sıhhatler olsun” yerine, “kolay gelsin” demenin adaptan olduğunu biliyor muydunuz.

7- Özellikle yatsı ve sabah namazlarını mümkün olduğunca cemaatle kılmamız gerektiğini, çünkü yatsıyı cemaatle edanın gecenin yarısını ibadetle eda etmiş kadar faziletli, sabah namazını cemaatle edanın da gecenin diğer yarısını ibadetle eda etmiş gibi faziletli, dolayısı ile ikisini cemaatle eda etmenin gecenin tamamını ibadetle ihya etmiş sevabına mazhar bırakacağını, Gecenin tamamını ibadetle geçirip sabah namazında cemaate iştirak etmeyen birinin, sadece namaza kalkıp cemaatle eda edenden daha az sevap işlemiş olacağını; biliyor muydunuz?

8- Karşı cinse bakmanın dini hükmünü soran Hz Aliye Peygamber Efendimiz s.a.v ‘in “Nazar-ül üla leh vesseni aleyh” birinci bakman lehinedir(bakıp hemen gözlerini çevirmen) ama tekrar dönüp bakman aleyhinedir buyurduğunu ve bunun bizler içinde bir ölçü olduğunu biliyor muydunuz.

9- İmam-ı Azam Hazretlerine göre ikindi namazının vakti her şeyin gölgesinin iki misline çıktığı zamana göre tanzim edildiği (asr-i sani), İmameyne göre ise bir misline çıktığı zamana göre tanzim edildiği (asr-i evvel) iki görüş arasında yaklaşık 45 dakika ihtilaf olduğu ve bu çerçevede ( günlük takvimlerin genelde İmameynin görüşü üzere belirlendiği için) şayet ikindi ezanı okunalı 45 dakikadan az olmuş ise o gün İmam-ı Azam’a göre amel edip öğle namazının kılınabileceği ama ikindi namazının ise İmam-ı Azam’a göre amel edildiği için takvimdekinden 45 dakika sonra kılınıp böylece öğle namazını kazaya bırakılmadan eda edilebileceğini biliyor muydunuz?

10- Namazın önünden geçenler için Peygamberimiz s.a.v’in”Eğer bilselerdi 40 sene beklerler yine namazın önünden geçmezlerdi”dediğini, ancak Kabe’ deki izdihamdan dolayı namaz kılanın önünden geçmenin hiçbir mahzuru olmadığını biliyor musunuz?

11- Bir Allah dostunun, hemen hemen emel ettiğimiz tüm fetvaların sahibi olan ve bir çok mübhem hususa açıklık getiren İmamı Azam hazretlerine hergün 1 fatiha 3 ihlası şerif okuyup hediye etmeyenin aklına şaşarım dediğini biliyor muydunuz?

12- Namazın ilk rekatinde okunan surenin Kur’anı Kerimde ikinci rekatta okunan sureden önde olması icap ettiğini,
*ikinci rekattaki surenin ilk rekattan kısa olması icap ettiğini,
*ilk rekatta okunan sure ile ikinci rekatta okunan arasında sure bakımından bir atlama olacaksa(yani ilk rekatta okuduğu sureden hemen sonra gelen sureyi okumayıp başka sure okuyacaksa) kendini takip eden sureden sonra en az bir sure olması gerektiğini (mesela bir kimse fil suresinden sonra atlamayarak gureyş suresine devam etmek istemediği zaman, gureyş suresini takip eden eraeytellezi suresi atlanarak ondan sonra gelen herhangi bir sure okunmalıdır.Eraeytellezi okunmamalıdır.)
*Birinci rekatta sure okuduysa ikinci rekatta ayet ya da sure okuyabileceği gibi; birinci rekatta ayet okuduğu zaman ikinci rekatta sure okuyamayıp sadece ayet okunması (mesela ilk rekatta yasin suresinin hepsini değil de birkaç ayetini okuyan birinin ikinci rekatta kafirun suresini okuyamaması ya da okuyacaksa birkaç ayetini okuyup tamamını okumaması gibi) gerektiğini biliyor muydunuz?

13- Çorap çıkarırken soldan, giyilirken ise sağdan başlanmanın adaptan olduğunu biliyor muydunuz?

14- İhya-i Ulumuddin başta olmak üzere birçok İslami eserin sahibi İmam-ı Gazali hazretlerinin Şafii mezhebine mensup olduğunu biliyor muydunuz

15- Namazda niyet hususunda bir çok insanın yanlış bilgiye sahip olduğunu yani dil ile yapılan niyetin kafi olduğunu düşündüklerini ama; aslında niyetin kalp ile yapılmasının emredildiğini sadece kalp ile yapılırken aynı zamanda dil ile tekrar etmenin bir sakıncasının olmayacağını buradan da anlaşılacağı gibi kalp hazır olmadan sadece dil ile yapılan bir lisani niyetin niyet sayılmayacağını biliyor muydunuz?

16- Duadan sonra (ellerin içinin nurla dolduğu için) ellerin içiyle yüzü sıvazlamanın gerektiğini sair zamanlarda ise yüzü sıvazlamanın gereksiz ve manasız olduğunu biliyor muydunuz ?

17- Yemeğin başında besmele çekmeyi unutup ortasında aklına gelen kişinin; “Bismillahi fii evvelihii ve ahirihii ” demesi gerektiğini biliyor muydunuz?

18- „Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît. Ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihil-hayr. Ve hüve alâ külli şey’in kadîr”
Duasının çarşı ve pazara çıkarken sürekli okunması gerektiğini, okumaya devam edenlerin milyonlarca günahının mağfireti, amel defterlerine milyonlarca sevabın yazılması ve derecesinin yükselmesine vesile olacağını Peygamber efendimizin haber verdiğini , Sahihi Buhari ve diğer müfessir ve muhaddislerin bu hadise hayran olduklarını ve hatta ashaptan bazılarının bu ecre nail olabilmek maksadıyla çarşıya çıktıklarını biliyor muydunuz?

19- “Amellerinizi bozmayın” ayeti kerimesinde de ifade edildiği gibi başlanan bir ibadet yarı da kalmışsa tekrar yapılması gerektiğini, mesela namazı bozulan kimse ister farz olsun ister nafile olsun tekrarlaması gerektiğini, ama nafile bir namazı mesela bir tesbih namazını kaza ederken 4 rekat olsa bile 2 rekat kaza edilmesi gerektiğini çünkü nafile ibadetlerin 2 şer 2 şer emredildiğini biliyor muydunuz?

20- Üstazlarımızdan birinin; yatsıdan sonra emenerrasülü okumanın gafiller için teheccüd namazı yerine geçeceğini söylediğini biliyor muydunuz ?

21- Cinlerinde aynen insanlar gibi mümin ya da kafir olduğunu sayı olarak insanların 10 katı büyüklüğünde olduğunu, nasıl ki biz onları göremiyor ama onlar bizi görüyorsa ahirette de tam tersinin olacağını biliyor muydunuz?

22- Radyodan okunan secde ayetleri için secde yapmak gerekmediğini, arabalarda Kur’an-ı Kerim ve diğer evradı şerifleri okumak ve dinlemenın çok büyük yanlış olduğunu, hatta toplu vasıtalarda okunduğu zaman yolculardan cünup ve diğer hallilerden dolayı kazaya bile neden olabileceğini biliyor muydunuz?

23- Kaza namazlarına niyet edecek kimsenin “En son geçirdiğim öğle namazının farzına” gibi en son kelimesini getirmesinin daha uygun olacağını, sabah namazını herhangi bir nedenden dolayı kılamayan kimsenin o gün kaza edecekse sünneti ile beraber kaza etmesi gerektiğini ve kaza namazı niyeti ile değil de “bu günkü sabah namazının farzına/sünnetine” şeklinde niyet etmesi gerektiğini ama sabah namazını başka gün kaza edecekse sadece farzını ve kaza namazı niyetiyle namaza başlaması gerektiğini biliyor muydunuz ?

24- Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi’nin Şeyh Edebali hz. Evinde misafir olduğu zaman yatacağı oda da Kur’an-ı Kerim olduğu için ona hürmeten 6 saat yatmadan beklediğini ve bu 6 saatin 600 sene Osmanlının ayakta kalmasının hikmetlerinden biri olduğunu, o yüzden Kur’anı Kerime karşı ayak uzatmanın, göbekten aşağı indirmenin, sol ele almanın saygısızlık olduğunu hatta bazı kimselerin Hadisi Şerif yazan bir takvimin yanında bile ayak uzatmaktan haya ettiğini biliyor muydunuz?

25- Namaz kılan kimsenin iki yerde çok uyanık olması gerektiğini, bunlardan birincisinin; iyyake na’büdü (ancak sana ibadet ederiz) ve iyyake nestein (ancak senden yardım dileriz) ayeti kerimesini okurken muhatabımızın Hz Allah olduğunu tasavvur etmemiz gerektiğini zira burada kul ile Allah arasındaki 70 bin perdenin kalkacağını, ikinci olarak da tahiyyat duasında “esselamü aleykü eyyühennebiyyü” (selam senin üzerine olsun Ey Nebi!) derken Peygamberimiz s.a.v ‘e selam verdiğimizi tasavvur etmemiz gerektiğini zira burada da kul ile Allah c.c arasındaki 7 bin perdenin kalkacağının Evliyaullahtan birinin haber verdiğini biliyor muydunuz?

26- Mektubat-ı Rabbani kitabının ehemmiyetine binaen bir Allah dostunun “Usta yevmiyesinin 3 lira olduğu bir zamanda 500 liraya Mektubat bulursanız alın.” dediğini biliyor muydunuz?

27- İnsan vücudunda toplam 384 meleğin olduğunu def-i hacet ihtiyacını gideren meleklerin ise bu ağır yükten dolayı derecece daha faziletli olduğunu, bu 384 melekten birisi bulunduğu bölgede vazifesini herhangi bir nedenden dolayı bırakırsa oluşan bu hastalığa tıpta “felç” dendiğini biliyor muydunuz?

28- Dua yaparken öncelikle Allah’a hamd, Rasülüllah s.a.v efendimize de salavat getirilmesi icap ettiğini binaen aleyh “Elhamdülillahi Rabbil alemin, vessalatü vesselamü ala seyidine Muhammedin ve ala elihi vesahbihi ecmain ” diyerek duaya başlamanın adaptan olduğunu biliyor muydunuz?

29- Yed-i Tũlâ sahibi üstatlarımızdan birinin Aspirin hapı için; “(Faydasını tam olarak) bilselerdi bu kadar ucuza satmazlardı ” dediğini ve içerken de; Asprin önce ikiye bölünmeli ve bir parçası alınarak o da ikiye bölünmeli ve çeyreğini sağ azı dişlerin arasına diğer çeyreğini de sol azı dişlerin arasına bırakarak kendi haline erimesinin beklenilmesini, eridikten sonra da kalan yarısını da aynı şekilde uygulanmasını tavsiye ettiğini ve bunun çok tesirli olduğunu biliyor muydunuz?

30- Elbiselerin yeni alındığı zaman hemen giyilmemesi gerektiğini; Çünkü “Şüpheli şeylerden kaçınmadıkça hakiki iman etmiş olamazsınız” hadisi şerifi de göz önünde bulundurulduğunda; imal edilirken üzerine necis bir şeyin bulaşmış olabileceği ya da içki idrar vs. gibi ibadete mani olan şeyler sıçramış olabileceği şüphesi nedeni ile işi garantiye alarak, yıkandıktan sonra giyilmesinin daha uygun olacağını biliyor muydunuz ?

31- Kur’anı Kerim okunmaya ilk başlandığı zaman “euzu besmele” çekilmesi icap ettiğini ama aralarda (bir sureden diğer sureye geçerken, hatim duası yapılırken felagtan sonra nas okumaya başlanacağı zaman vs.) sadece besmele çekmenin kafi olacağını biliyor muydunuz ?

32- Mazeret banyosu yapılacağı zaman (cünüplük hali vs.) traşın gusül abdesti alındıktan sonra yapılması gerektiğini, eğer önce yapılırsa yarın ahirette o kılların pis halde iken gittiklerinden ötürü şikâyetçi olacağını biliyor muydunuz?

33- Mezhep İmamımız İmam-ı Azam’ın hayatının son iki senesinde tasavvufla nasiplendiğini, bu çerçevede Silsile-i saadatın 4. sü ve kendi annesi ile evlenen Cafer-i Sadık Hazretlerine mürid olduğunu, ve tasavvufun ehemmiyetine binaen de “eğer son iki senem olmasa helak olmuştum.” dediğini biliyor muydunuz ?

34- Cehennemin şiddetine binaen; Hz Allahın, ahirette bir kulu cehennemin yanına getirip; “Ey Kulum, , seni bir an (saniyeden daha az) cehenneme koyayım, sonra da ebediyen cennette kalacaksın” dediği zaman, o hararetin şiddetine muttali olan kişi: “Allahım! Ben cennet filan istemiyorum, beni bu cehenneme atma da ne olur beni toprak yap” diye yalvaracağının nakledildiğini biliyor muydunuz?

35- Namazlardan sonra, bir defa Ayetül kürsî, 33 Sübhanellah , Elhamdülillah , Allahüekber)diyerek yüzüncü olarak da (Leilaheillellahüvahdehula……) okuyan kişinin hataları, deniz köpüğü kadar dahi olsa mağfiret olunacağını, İmam-ı Müslim Hz’lerinin rivayet ettiğini, İmam-ı Rabbani k.s’ nda “Farz namazlardan sonra 33′er defa tesbih, tahmid, tekbir ve bir defa da tehlil okuyarak 100′e baliğ olan tesbihatın okunmasındaki sır, Fakirin ilmine göre; namazın edası esnasında vaki olan kusur ve taksiratı telafi etmek ve bu ibadetin layıkı vechi ile yapılmadığını itiraftır” dediğini biliyor muydunuz?

36- Meleklerinde Peygamberi olduğunu, ama beşerin Peygamberlerinin meleklerin peygamberinden faziletli olduğunu, meleklerin Peygamberinin ise normal beşerlerin umumisinden faziletli olduğunu, normal beşerlerinde (Peygamber olmayanlar) meleklerin umumisinden faziletli olduğunu biliyor muydunuz?

37- Kelam ilminde, aydınlattığı bilgilerle tarihe damga vuran İmam-ı Gazali Hazretlerinin adeta bu hususta bir çağ açtığını ve; kendisinden önce gelen kelamcılara “mütegaddimun”, kendisinden sonra gelenlere de “muteahhirun” dendiğini, İlmi Kelam haricindeki diğer tüm ilimlerde de Sadettin-i Allame-i Teftezani Hazretlerinin aynı vasıflara haiz olması neticesinde, kendinden önce gelenlere “mutegaddimun”, kendisinden sonra gelenlere de “muteahhirun” dendiğini biliyor muydunuz?

38- ”Ecel geldiği zaman ne bir saat geri, ne de bir saat ileri gider” ayet mealinin, bazı amellerin ömrü uzattığı ile ilgili hadisi şeriflerle çelişmediğini, hakikatin ise;Mesela bir kişinin ömrü sadaka vermediği zaman 40 sene olacaksa ve sadaka verdiği zaman 70 olacaksa, Hz Allah, ezelde sadaka vereceğini bildiği için ömrünü 70 sene olarak takdim edeceğini ve böylece ziyadeliğin sadakaya nisbet edildiğini biliyor muydunuz?

39- ”Falanca zat Kur’an-ı Kerimi çok güzel okuyor” ifadesinin yanlış olduğunu, zira Kur’an-ı kerimin o kişinin okuyuş tarzına göre güzel ya da çirkin okuduğu tevehhümünün ortaya çıkacağı; o yüzden de “Güzel Kur’anımızı güzel okudu” demenin icap ettiğini biliyor muydunuz?

40- Secde ayeti olan bir ayeti Kerimeyi aynı anda defalarca okunsa bile sadece bir secde yapmanın kafi olacağını, secde ayetini hemen yapmanın en müsasip olanı olduğunu ama ihmal edenlerinde herhangi müsait bir zamanda yapmalarının icap ettiğini zira üzerlerine vazip olarak kalacağını biliyor muydunuz?

41- Halk arasında çok yaygın olan”Allah ıslah etsin” ifadesinin çok sakıncalı olduğunu , zira Hz Allah ıslah etmeyi murat ederse azapla ıslah edeceğini, bunun yerine “Allah hidayet nasip etsin.” Demenin uygun olacağını biliyor muydunuz?

42- Evliyaullahtan birinin: Kur’an-ı Kerimin günlük hakkının en az 200 ayet olduğunu (~5 sayfa) söylediğini , bunu o gün okuyamayanların hiç olmazsa bunun yerine 50 ihlas okuması gerektiğini buna riayet edenlerinde hiç sıkıntı çekmeyeceklerini müjdelediğini biliyor muydunuz?

43- Evliyaullahtan birinin hatırlattığı üzere çocuklara nur isminin(Nurettin, elifnur vb.) verilmemesi icap ettiğini, zira isimlerin semadan o isim sahiplerine müvafık olarak indirildiğini ve nur ismine sahip kişilerin dünya da ve ahirette çok sıkıntı içerisinde kalacaklarını biliyor muydunuz?

44- Sefere niyet edip yola koyulan bir kimsenin seferi hükmüne girmesi için, mesela namazları kısaltması için 90 km nin geçmesi gerekmediğini,kendi beldesinden çıktığı andan itibaren seferi hükmünde olduğunu, mesela Ümraniyede ikamet eden bir kimse Konya’ya seferi olarak gitmeyi murat ettiği zaman Harem’e geldiğinde namaz kılacağında kısaltması icap ettiğini biliyor muydunuz?

45- Miftahulkuluub kitabının müellifi bu kitabı Rasülüllah s.a.v.’in emri üzere yazdığını ve şu şekilde söylediğini “1259 senesinde Rebiussani ayında hücremizde müteveccih iken Efendimiz ( s.a.v ) zuhur ederek bu aciz kölelerini talfit ile; “Evladım Nuri vakitler bir acaip oldu.Aşık ve sadık ve hakikati arayan ümmetim kolaylıkla yollarını bulsunlar istiyorum.Çünkü bir çok kimseler kendilerini Evliyaullahtan olmadığı halde evliyalık taslayıp ehlullah kisvesine bürünüyor, şeriatıma da itibar etmeyip, geçmiş evliyanın hallerini de kendi hal ve tecellileriymiş gibi göstererek halkı aldatıyorlar, şeriatımı ihmal ediyorlar, ümmetimin hakiki tarikatlara yan bakmasına ve yollarını şaşırmalarına sebep oluyorlar.Onlara şeriat, tarikat, hakikat marifet ve vuslatın ne olduğunu anlatan bir risale hazırla” buyurdu.Bende emre uyarak bu eseri kaleme aldım.” dediğini biliyor muydunuz?

46- Kerahet vakitlerinde sadece namazın mekruh olduğunu, diğer ibadetlerin mekruh olmadığını biliyor muydunuz?

47- İmam-ı Rabbani Hazretleri k.s’nin; Bir kişinin Ramazan ayı manevi cihetten nasıl geçerse 11 ayı da o şekilde geçer.” Dediğini ve Receb-i Şerif ve Şaban-ı Şerif aylarının da nasıl geçerse Ramazan ayının öyle geçeceğini biliyor muydunuz?

48-  Namazdan sonraki tesbihata başlamadan önce çoğu kişinin elini üfleyerek tesbihe başladığını, doğru olanın ise kişinin içinden “Ya Şafii Huuuuuu” diyerek soldan sağa doğru sadırlarını üflemesi icap ettiğini biliyor muydunuz?

49- Müslüman kadınların Müslüman olmayan kadınlarla olan mahremiyetlerinin erkeklerle olan mahremiyetleri gibi olduğunu mesela tokalaşamayacaklarını ya da başlarını açmalarının caiz olmadığını vs. biliyor muydunuz?

50- Salati Ümmiye okurken bir çok kişinin “ümmiyyivveala….” Diyerek yanlış okuduğunu, doğrusunun ise “ümmiyi veala..” olduğunu biliyor muydunuz? (ümmi kelimesinin başında lamı tarif olduğu için lamı tariften sonra tenvinin gelmesi abestir.Ve bihi yüfta.)

51- Tuvalet, banyo gibi süfliyatın olduğu mekanlara sol; cami gibi mübarek yerlere girerken sağ ayakla girmenin hikmetlerinden birinin de tıpça ısbat edildiğini, zira sağ ayak ilerideyken insan kalp krizi geçirse ön tarafına, sol ayak ilerideyken de arka tarafına düşeceğini biliyor muydunuz?

52- Namazda tesbih olmadığı zaman tesbih çekerken, ellerin dizlerin üzerinde düzgünce konmuş vaziyette olduğu halde, okunan her parmak hafif sağa çekilmekle ifa edilmesinin en uygun olduğunu, bu şekilde parmakla saymanın azimet, tesbihle saymanın ise ruhsat olduğunu, evla olanın ise parmakla saymak olduğunu biliyor muydunuz?

53- Kadınların, kocaları ile hayatta iken birbirlerinden memnun yaşadılarsa ve hoşnutlukla ayrıldılar ise cennette de kadın zevcin hanımı olacağını kadının birden fazla evlilik yapması halinde ise hangi kocasından memnun olarak ayrıldı ise onun hanımı olarak kalacağını biliyor muydunuz?

54- Sünneti kılmamış kimsenin cemaatle namaz kılınacağı zaman cemaate uyması gerektiğini ancak sabah namazında 2. rekattaki tahiyyata yetişeceğini umarsa önce sünneti kılması gerektiğini biliyor muydunuz?

55- İmamı Rabani (k.s) Hazretlerinin oğlu İmam-ı Masum hazretlerinin; “Kişi, farz, vacip ve sünneti müekkede olan ibadetlerde fıkıh kitaplarında ne yazılıysa ona tabidir.Onun dışındakilerde (sünneti gayrı müekkede, nafileler…) mürid mürşidine tabidir. (dua namazı rekatında vb.)” dediğini biliyor muydunuz?

56- Tesbih namazında sehiv secdesini icap eden bir yanılma vuku bulursa, bu tesbihleri secde-i sehivde okumanın icap etmediğini biliyor muydunuz?

57-(Hadisi Şerifte ifade edildiği üzre) Gıybet etmenin kefaretinin o kimse için istiğfar etmek olduğunu, eğer gıybet ettiği kimseye gıybeti ulaşmış ise helalleşmeleri lazım geldiğini biliyor muydunuz?

58- Tüm bedenle yapıldığı için en büyük istiğfar olarak bilinen tesbih namazının sayısız hikmetlerinden birinin de ; üzerine hakkı olanların ruhlarına hediye edilse bin kere hakkını helal edeceğini ve hakkı geçipte ahirete intikal edenlerle helalleşme babından güzel bir fırsat olduğunu biliyor muydunuz?

59- Cinlerinde kafir ve mümin olarak iki kısımda olduklarını, mümin olanlara Sünni, kafir olanlara da süfli denildiğini biliyor muydunuz?

60- Sünnet-i hüdâ olan ezanın vâcip derecesinde bir sünnet olduğunu,evinde tek başına namaz kılan kimse, isterse kendi mahallesinden olmayan bir ezanın sesini duymasıyla bile bu mükellefiyetin ortadan kalkacağını, ama evde vb.cemaat olduğu zaman ise isterse kendi mahallesindeki mescitte okunan bir ezanla bile mükellefiyetin düşmeyeceğini zira ezanın cemaate mahsus bir sünnet olduğunu biliyor muydunuz?

61- Fatiha suresinin iki kere vahy olunduğunu biliyor muydunuz?

62- Bir kimsenin abdest aldığını sağlam olarak bildiği halde, abdestini bozup bozmadığı üzerinde şübheye düştüğünde, o kimsenin abdestli sayılacağını;(yakίn şekle zail olmaz.) ancak abdestini bozmuş bulunduğunu kesinlikle bildiği halde, sonradan abdest alıp almadığından şübhe eden kimsenin de abdestsiz sayılacağını biliyor muydunuz?

63- Yeryüzündeki yaşayan insanlar cinnilerin 1/10’u olduğunu; insücin (insanlar ve cinler) toprakta yaşayan canlıların 1/10’u olduğunu, insanlar cinler ve arzda yaşayan mahlukların heyeti mecmuasının da havada yaşayan canlıların 1/10’u olduğunu, havada, karada yaşayan mahluklar ve insücinnin toplamının suda yaşayan mahlukların 1/10’u olduğunu,karada havada denizde yaşayan mahlukat ile insü cini heyeti mecmuası yeryüzüne memur olan meleklerin 1/10’u olduğunu, havada karada denizde yaşayan mahluklar, insü cin ve yeryüzünde görevli meleklerin heyeti mecmuasının da 1. kat semadaki meleklerin 1/10’u olduğunu,2. kat semadakilerin ise 1. kattakilerin 1/10’u olduğunu ….. biliyor muydunuz?

64- Bir çok insanın şükür ve hamd kelimelerini yerinde kullanmadıklarını; şükrün bir nimet karşılığında yapılacağını, hamdin ise hem nimet hemde bela karşısında yapıldığını dolayısı ile hasta olan birinin “Çok şükür, iyiyim ” demesinin yanlış olacağını zira hastalığının artmasını temenni manasına delalet ettiğini biliyor muydunuz?

65- Yapılması ve kaçınılması farz olan bir amelin ilmini öğrenmenin farz, yapılması vacip ve mekruh olan amelin ilmini öğrenmenin vacip, yapılması sünnet olan amelin ilminin sünnet,müstehap amelin ilminin müstehap, yapılması mübah olan amelin ilmini öğrenmenin mübah olduğunu biliyor muydunuz?

66- Namaza başlama esnasındaki tekbiri (haşa) “Aaaallahüekber” şeklinde uzatmanın, (Allah lafza-i celali söylerken elifin uzatılmasının) “Allah var mı” şeklinde şüphe anlamı ihtiva ettiğini ve dolayısıyla böyle söyleyen birinin namaza başlamamış olacağını, bunu kasten söylemenin ise insanı küfre götüreceğini biliyor muydunuz?

67- Namaza niyet konusunda dikkat edilmesi gereken bir hususun “Niyet ettim Allah’ım senin rızan için ….. namazının 4 rekat farzını (veya sünnetini v.s.) kılmaya” şeklinde niyet etmek yerine, namaz rek’atını belirtmeden niyet etmenin daha uygun olacağını, zirâ Allah’ın o namazı 4 rek’atle sınırlı tutmayıp daha fazla rek’at sevabına mazhar kılabileceğini biliyor muydunuz?

68- Eski takke vb. mübarek eşyaların atılması yerine temiz bir mahalle defnetmenin adaptan olduğunu biliyor muydunuz?

69- Yemeğin başında ve sonunda tuz kullanmanın sünnet olduğunu ve Hz Ali r.a. efendimizin: “Yemeğe tuz ile başlayan kimseyi Allah-ü Teala 70 dertten kurtarır” dediğini biliyor muydunuz?

70- Esneme geldiği zaman ağzın yumulması, eğer engellenemezse elle kapatılması icap ettiğini, kapatmanın adabının ise; Namaz dışında necaset kabilinden olduğu için sol elin içi ya da dışıyla ağzın kapatılması icap ettiğini, namazda kıyamda bu mümkün olmadığı için sağ elin içiyle ağzın kapatılması icap ettiğini biliyor muydunuz?

71- “İnnellahe vemelaiketehü yüsallüne….” (Allah ve melekleri, Peygamber (efendimiz s.a.v)’e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” Ayeti kerimesi okunduğu zaman hemen salavat getirilmesi icap ettiğini zira bu ayetin bir emir olduğunu biliyor muydunuz?

72- Seyri sülük yolunda ilerleyen bir kimse için namazlardaki tesbihleri 3’er okumakla yetinmenin sûi edep olduğunu, 5 ya da 7 okumanın icap ettiğini biliyor muydunuz?

73 – Farz namazların son iki rekatında yanılarak zammı sure okunsa sehiv secdesinin icap etmediğini biliyor muydunuz?

74 – Bir kimsenin sabah namazına kalkmak, erken uyanmak, ya da istediği bir zamanda kalkmak istediği zaman, yatacağı zaman üç kere Kevser suresini okur daha sonra da “Ya Rabbel Alemin, beni sabah namazına vaktinde (veya şu saatte) uyandır” derse Hz. Allah’ın izniyle uyanacağını biliyor muydunuz?

75 – 6 Vakit üst üste namazı kazaya kalmamış kimsenin tertib sahibi olduğunu, bu kimselerin namazları kazaya kaldığı zaman, bu kazayı ilk vakit namazından önce kılması gerektiğini biliyor muydunuz?

76 – Yatsı namazından sonra Emenerrasülü… ayetlerinin ihmal edilmemesi icap ettiğini, Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in “Her kim geceleri bakara suresinin son iki ayetini okursa o gece afetlerden ve şeytanın şerlerinden emin olur” buyurduğunu, Hz. Ali (k.v.)’nin de “Bakara suresinin son iki ayetini okumadan uyuyacak aklı başında bir Müslüman bulunacağını sanmıyorum” dediğini biliyor muydunuz?

77 – Bir kimsenin başkasının kalemini dahi kullanmak istediği zaman izin istemesi icap ettiğini, ama aralarında samimiyet bulunan kişilerin örf ve adet dalaletince hiç sormadan da kullanmasında mahzur olmadığını biliyor muydunuz?

78 – İmâm-ı Suyuti(r.a)’ın “Sadaka fakire verilirse 10 misli, âmâ ve âcize verilirse, 70 misli, yakın akrabaya verilirse 1000 misli, ana babaya verilirse 10 000 misli, talebe ve alime verilirse milyon misli mukabele eder.” Dediğini biliyor muydunuz?

79 – İbrahim Ethem Hazretlerinin “Gündüz isyan eden gece ibadetine kalkamaz.” dediğini biliyor muydunuz?

80 – Selam veren birisine “Ve aleyküm selam” (selam senin *de* üzerine olsun) diyerek atıf harfi olan vav’ı ilave etmek icap ettiğini, zira sadece aleyküm selam (selam senin üzerine olsun) demenin, sanki verdiği selamı tekrar ona iade etmek manasına geldiğini biliyor muydunuz?

81 – Tavukların her ne kadar besmele ile islami usullere göre kesilseler dahi, içerisindeki bağırsaklar ve pislikler atılmadan sıcak suya atılmaları halinde necis olacağını, dolayısı ile yemenin caiz olmadığını, günümüzdeki hazır tavukların ise fabrikalarda üretilirken maalesef bu hassasiyete riayet edilmediğini için, bu tavukları yemenin İslam’a uygun bir hareket olmadığını, o yüzden çarşi-ü pazarda satılan tavuk dönerlere ulu-orta rağbet edilmemesi icap ettiğini biliyor muydunuz?

82 – Kolonyaların kahir ekseriyetinde alkol olduğu için kolonya sürünen bir şahsın namaz kılması için takriben 15 dakika kadar beklemesi (alkol bu zaman zarfında uçacağı için) icap ettiğini, bazılarının ise kolonyayı alkolden arındırmak için kolonyaya tuz attıklarını biliyor muydunuz?

83- Günahlardan af isterken, “Allah’ım seyyiatımı hasenata tebdil eyle” şeklinde dua edilirse, günahların affolunmakla kalmayıp, sevaba dönüşmesinin ümit edildiğini biliyor muydunuz?

84- Pastanelerde tavuk göğsü olarak bilinen tatlının, tavuğun göğsündeki bir et parçasındaki etle kıvama erdirilerek yapıldığını,kullanılan tavuğunda muhtemelen hazır tavuk olduğu varsayımı gereği yenmesinin şüpheli şeyler hükmünde değerlendirilmesi icap ettiğini biliyor muydunuz?
Peygamberimizin (s.a.v.): ”Bir kimsenin harcadığı paraların en faziletlisi, ailesine, yolunda kullanacağı vasıtasına ve yolunda beraberce çalışacağı arkadaşlarına sarfettiği paradır.” dediğini biliyor muydunuz?

85- Ev içerisinde dahi olsa cemaatle namaz kılarken anne, kardeş dahi olsa bayanların mutlaka bir arka safta bulunmaları icap ettiğini, ancak münferiden (tek başına) kılınırken bu şartın aranmadığını biliyor muydunuz?
***
Bir kimsenin (erkek) tek başına kılmak niyetiyle başladığı farz namaz esnasında, arkadan gelen başka birinin (erkek) “eğer farz kılıyorsan sana uyuyorum” gibi namazı beraber kılmaya çağırması halinde o andan itibaren (namazın kalındığı yerden) cemaat yapabileceklerini biliyor muydunuz?

86- Nefsi terbiyede en son merhalenin mutmainne makamı olduğunu ve bu mertebeye gelmiş bir kişinin artık nefsinin Müslüman olup kendisine zarar vermeyeceğini, cennete de ancak mutmainne makamına çıkmış kişilerin gireceğini, dünyada bu makama çıkamamışların durumuna göre kabirde sıratta, cehennemde ulaşarak cennete girebileceğini biliyor muydunuz?

87- Bir kadın öldüğü andan itibaren eşinden dinen nikahının düştüğünü dolayısı ile bakma hususunda namahrem sınıfına girdiğini, ancak kocası ölen bir kadın ise iddet müddeti beklemesi icap ettiğinden o anda nikahının düşmediğini biliyor muydunuz?

88- Yemek yiyene ve Kur’an okuyana selam verilmemesi gerektiğini biliyor muydunuz?

89- Banyo, hela gibi yerlerde bulunurken o esnada,ezan duası ya da normalde dua okunmasını icap ettiren sesler duyulsa bile (ezan, fatiha, Efendimize Salavat vb.) hiçbir duanın okunmaması gerektiğini hatta tuvalet terliğini giydikten sonra hela duasının bile okunamayacağını biliyor muydunuz?

90- Yatsı namazını vaktinin son 1/3‘ünde kılmanın tahrimen (harama yakın) mekruh olduğunu biliyor muydunuz?

91- Seferi bir kimsenin 2 rekat kılması icap eden farzı 4 rekat kılmasının tahrimen mekruh olduğunu ve vakit geçmeden farkına varırsa farzı 2 rekat kılarak namazı tekrarlamasının Hanefi mezhebine göre vacip olduğunu biliyor muydunuz?

92- Hz Allâh’ın Peygamberimiz s.a.v’in yüzü suyu hürmetine, ümmetinin kalplerinden geçen vesveselerden, kötü düşüncelerden, konuşmadıkça ve amel etmedikçe sual etmekten vazgeçtiğini biliyor muydunuz?

93- Ebu’l-Faruk (k.s.) Hazretlerinin kurban kesmenin ehemmiyetine binaen: “Eğer bir insan hali vakti yerinde olup da kurban kesmezse, Hz.Allâh(c.c.) kurbandan akacak kanı onun ya kendinden veya çoluk-çocuğundan veya malından ticaretinden servetinden varlığından mutlaka bir kan çıkaracaktır.” dediğini biliyor muydunuz?

94- Kur’an-ı Kerim tilaveti nihayetinde soylemiş olduğumuz:
“Subhane rabbike rabbil izzeti amme yesifun, veselamun alel murselin, velhamdulillahi rabbil alemin” Ayeti kerimesinin “- …aleminEl Fatiha” diyerek bitirilmesinin doğru olmadığını zira ayet olan bir ifadeyle başka bir şeyin ayrı ayrı okunmasının doğru olduğunu o yuzden ayrı olarak:

“Lillehitealel fatiha” şeklinde nihayete erdirilmesinin daha uygun olacağını biliyor muydunuz?

95- Namaz sonundaki tesbihler icin tesbihi kullanmanın takriri bir sunnet (ashap yaptığında
efendimiz s.a.v.’in men etmeyip sukut ettiği) olduğunu; parmaklarla cekmenin ise fili sunnet olduğunu zira Peygamber efendimiz (s.a.v)’in: “Tesbih, tehlil ve takdise devam edin ve onları parmaklarınızla sayın. Zira kıyamette bu azalardan sual edilecek, onlar da -beni tesbihte kullandı- diyecekler. Gafil olursanız rahmetten mahrum kalırsınız” (Ramuz 319/5) dediğini biliyor muydunuz ?


96- İnsanların sol omzunda bulunan meleğin memur, sağ omzunda bulunan meleğin ise amir olduğunu, sağdaki melek amir olması hasebi ile bir savap olduğunda anında yazdığını,
solundaki melek ise gunah olduğu zaman amirine danıştığını ve amirin ise 6 saat kadar istiğfar eder ihtimaline karşı yazmayı beklettiğini bu yuzden işlediğimiz gunaha hemen istiğfar etmemiz icap ettiğini biliyor muydunuz ?


97- Kiminle evlenileceğin ezelde muayyen olup, hic bir surette değişmeyeceğini hatta, Eshab-ı Kiram’dan bir zatın Peygamberimize (s.a.v.) “Falan kadınla evlenmek istiyorum, dua buyurun” demesi uzerine: “Eğer sana, İsrafil, Mikail, Cebrail, ve Hamele-i Arş, (A.S.) dua etse, aralarında ben de bulunsam, gene sen ancak senin icin yazılan kadınla evlenirdin.” (Ramuz:357/9) diyerek bu hakikate işaret ettiğini biliyor muydunuz ?

98- Namazda zamlı sure olarak okunması yaygın olan Yasin suresinin 2. sayfasının 24.ayetinden itibaren (inni izen lefi zalelin..ilah) başlayıp sayfa sonuna kadar devam eden ayetlerin, 24. ayet değil de bir ust ayetten (e ettehizu..) başlamasının daha uygun olduğunu, zira 24. ayetten başlandığı zaman mananın yanlış anlaşıldığını;
(24 – “Şuphesiz ki ben, o zaman apacık bir sapıklık icinde olurum.” 25 – “Şuphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni.” ) sanki haşa iman eden kimsenin sapıklık icerisinde olduğu tevehhumunun anlaşılacağını biliyor muydunuz ?

99- Vitir namazında kunut dualarından sonra Salati Munciye okuyanın o gunku namazlarının Mevla’ya tereddutsuz arzedilip kabulune sebep olduğunu bu cok onemli sigortadan gafil olmamamız icap ettiğini biliyor muydunuz?
Alinti :http://yukarikayalar.wordpress.com/category/99-muhim-mesele/

İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri

İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri

Ehli sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbeli mezhebinin imamı. Künyesi, Ebu Abdullah’tır. 164 (m. 780) senesinde Bağdad’da doğdu. 241 (m. 855) senesinde Bağdad’da vefat etti. Aslen Basralıdır. Babasının ismi Muhammed bin Hanbel’dir. Dedesi Hanbel bin Helal, Basra’dan Horasan’a yerleşmiş ve Emevi devletinde Serahs şehri valiliği yapmıştır. Babası asker (subay) idi. Ahmed bin Hanbel’in ailesi, annesi ona hamile iken, Merv’den Bağdad’a göçmüş ve o Bağdad’da doğmuştur.

Ahmed bin Hanbel’in babası daha o çok küçük yaşta iken vefat etmiştir. Onun yetişmesi ile annesi ilgilenmiştir. Daha küçük yaşta iken ilim tahsiline başlamıştı. Bu sırada Bağdad önemli bir ilim merkezi idi. Burada hadis âlimleri, kıraat âlimleri, tasavvufta yetişmiş büyük zatlar ve diğer ilimlerde yetişmiş kıymetli âlimler bulunuyordu. Önce Kur’an-ı kerimi ezberledi. Bundan sonra lügat, hadis, fıkıh, Sahabi ve Tabiin rivayetlerini öğrendi.

Ahmed bin Hanbel, emsali arasında ciddiyeti, takvası, sabrı, metanet ve tahammülü ile meşhur olmuştur. Bu hali, henüz 15-16 yaşlarında iken temas kurduğu âlimlerin dikkatini çekmiştir. Heysem bin Cemil onun hakkında, daha o sırada şöyle demiştir: “Bu çocuk yaşarsa, zamanındakilerin ilimde hücceti (rehberi) olacaktır.”

İlk önce İmam-ı a’zam hazretlerinin talebesi olan İmam-ı Ebu Yusufdan fıkıh ve hadis ilminde ders almıştır. Bundan sonra da üç sene Huşeym’in derslerine devam etmiş, ondan hadis-i şerif dinlemiştir. Bundan başka Bağdadda bulunan meşhur âlimlerden de ders aldı.

Bundan sonra ilim tahsili için seyahatlere başladı. Basra, Küfe, Mekke-i mükerreme, Medine-i münevvere, Şam ve el-Cezire’ye giderek hadis ilmini öğrendi. Hadis ravilerini bizzat görerek, onlardan hadis-i şerif dinledi. Basra ve Hicaz’a beşer defa seyahat yapmıştır. Mekke-i mükerreme ve Bağdadda, İmam-ı Şafii hazretlerinden ilim öğrenmiştir.

İmam-ı Ahmed, ilim öğrenmek için pek çok islam beldesini dolaştı ve bu uğurda pek çok meşakkate katlandı. Kitap çantalarını sırtında taşırdı. Bir seferinde onu tanıyan biri ezberlediği hadis-i şerifin ve yazdığı notlarının çokluğunu görerek: “Bir Kufe’ye, bir Basra’ya gidiyorsun! Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?” deyince, Ahmed bin Hanbel hazretleri “Hokka ve kalem ile mezara kadar…” diyerek cevap vermiştir.

İmam-ı Ahmedin kuvvetli hafızasının yanında dikkati çeken bir vasfı da, işittiği bütün hadis-i şerifleri yazmaya çok önem vermesiydi.

İmam-ı Ahmed, din ilimlerini öğrenip, bilhassa tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde yüksek seviyeye ulaşmıştır. Zamanında yaşıyan, Zünnun-i Mısri, Bişr-i Hafi, Sırri-yi Sekati, Ma’ruf-ı Kerhi gibi birçok büyük evliya ile de görüşmüş, onlarla sohbet etmiştir. Yezid bin Harun, Cerir ibni Abdülhamid, Velid bin Müslim, Veki’ bin Cerrah, imam-ı Ebu Yusuf, ibrahim bin Sa’d, Yahya bin Sa’id Kettan,, Süfyan bin Uyeyne, fıkıh ilminde hocası Muhammed bin idris Şafii, Abdürrezzak bin Hemmam’dan ve daha nice âlimlerden ilim okudu. Sonra tekrar Bağdad’a döndü. Bundan sonra ilmini yayıp, insanlara çok faydalı oldu.

Ahmed bin Hanbel hazretleri, daha önceki yıllarda fetvalar vermekle beraber, ders ve fetva verme işine, kırk yaşında başlamıştır. Bundan sonra hadis rivayetinde ve fetvada başvurulan önemli bir kaynak olmuştur. Çünkü o, ilmi ve üstün ahlakı ile çok sevilip, meşhur olmuştur.

İki çeşit ders halkası (meclisi) vardı. Biri, talebelerine verdiği muntazam dersler, diğeri, hem talebelerinin, hem de halktan isteyenlerin katıldığı dersler idi. Onun ilim meclisine pek çok kimse katılırdı. Bazı rivayetlere göre, dersini dinleyenlerin sayısı beşbini bulmuştur. İmam-ı Ahmed hazretlerinden ders alıp, ilim öğrenen talebenin çokluğu, ondan hadis-i şerif rivayet edenlerin ve fıkhı meseleler nakledenlerin pek çok sayıda olmasından da anlaşılmaktadır. Onun meclisine gelip, derslerini dinleyenlerin bir kısmı, sadece ondaki üstün hallere ve yüksek ahlaka hayran kaldığı için sohbetine katılmıştır. Böylece bir kısmı hem ilmini hem ahlakını alırken, bir kısmı da onun yaşayışına göre yaşamak, onu tanımak, ahlak ve edeb hususunda yaptığı vaazü nasihatten istifade etmek için huzuruna geliyordu.

İmam-ı Ahmed hazretlerinin meclisinde, derslerinde vekar, ciddiyet, tevazu ve gönül huzuru hakim idi. Dinleyenlere ve katılanlara saadet vesilesi olan derslerini, ikindiden sonra Bağdad’da büyük bir mescidde verirdi.

Ders meclisine daima kitaplarıyla, yazıp kaydettikleri ile çıkardı. Çok kuvvetli bir hafızaya sahip olmasına rağmen, hadis-i şerif rivayet ederken, yanındaki yazdıklarına bakardı. Kitabından okur, talebelere yazdırırdı. Derslerinde hadis-i şerif rivayetinden başka, bir de fıkhi mes’ eleler hakkında verdiği cevaplar yer almakta idi. Ondan ders alıp, ilimde yetişenlerin sayısı 900 civarındadır.

İlimdeki üstünlüğü

İmam-ı Ahmed hazretleri, hadis ilminde zamanın en büyük âlimidir. Üçyüzbinden fazla hadis-i şerifi senedleriyle birlikte ezbere bilirdi. Kendisinden pek çok âlim, hadis-i şerif nakletmişlerdir. İlim ve amelde öncü, Ehl-i sünnet olan dört imamın dördüncüsü idi. İmam-ı Şafii hazretleri buyurdu ki, “Bağdad’dan ayrıldığım zaman, orada Ahmed bin Hanbel’den daha âlim, daha fakih, haramlardan ve şüphelilerden kaçan kimseyi bırakmadım.”

Ebu Davud Sicistani şöyle demiştir: “İki yüz meşhur âlimle karşılaştım. Ahmed bin Hanbel gibisini görmedim. O hiç bir hususta insanların daldığı dünya işlerine dalmazdı. Ancak ilimden bahis açılınca konuşurdu.” Ebu Zür’a da “İlmin her dalında Ahmed bin Hanbel’in bir benzerini görmedim. Onun ilimde ulaştığı dereceye, başkası ulaşamamıştır” demiştir.

Menha bin Yahya da şöyle demiştir: “Ahmed bin Hanbel, her hayrı kendisinde toplamıştı. Çok âlim gördüm, fakat ilimde, vera’da ve zühdde, onun gibi üstün birine rastlamadım.”

İmam-ı Ahmed hazretleri büyük bir müfessir, yüksek bir muhaddistir. Tefsiri yüzyirmi bin hadis-i şeriften meydana gelmiştir. Eserleri, müfessirler için birer feyz kaynağıdır. Bunun için kendisi “Üstad-ül müfessirin” ünvanıyla anılır. Birçok muhaddis yetiştirmiştir.

Yaşadığı devir, yazılan hadis-i şeriflerin toplandığı bir devirdi. Bu devirde yetişen meşhur hadis âlimlerinin en meşhurudur. Bütün hadis-i şerifleri okudu, inceledi. Otuz bin hadis-i şerifi içine alan “Müsned” adlı eserini, 700 bin hadis-i şerif içinden seçerek yazmıştır.

Rebi’ bin Süleyman, İmam-ı Şafii’nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ahmed bin Hanbel, sekiz şeyde imamdır; hadis ilminde, fıkıh ilminde. Kur’an ilminde, lügat ilminde, fakrda, zühdde, vera’da, tasavvufta ve sünnette imam.”

Bağdad’da mu’tezile fırkasına mensub olanlar, Kur’an-ı kerim mahluktur diyerek, bu yanlış i’tikadlarına Abbasi halifesi Me’munu da inandırdılar. Bunu kabul etmesi için, Ahmed bin Hanbel hazretlerini de zorlayıp, Me’mun vasıtasıyla bu hususta baskı ve işkence yaptılar ve 28 ay hapsettiler. Bütün bu baskı ve işkencelere rağmen, o, ”Kur’an-ı kerim, Allahü teâlânın kelâmıdır. Mahluk değildir” diyerek, Ehl-i sünnet i’tikadını bildirdi. Mu’tasımın halifeliği sırasında da baskı ve işkencelere maruz kaldı, el-Mütevekkil halife olunca, mu’tezile fırkası mensublarını saraydan uzaklaştırdı. Fıkıh ve hadis âlimlerine hürmet ve yakınlık gösterdi. Böylece İmam-ı Ahmed hazretleri, yapılan baskı ve işkenceden kurtuldu. Yaptığı hizmetlerle, zamanındaki ve sonraki asırlardaki insanlara rehber oldu.

İslamiyette, Ehl-i sünnet i’tikadı üzere olan, amelde dört hak mezhebten biri de, Hanbeli mezhebidir. Ahmed bin Hanbel hazretleri bu mezhebin imamıdır. O, ictihadlarıyla müslümanların Allahü teâlânın rızasına kavuşmaları için, amellerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun gösterdiği bu yola “Hanbeli mezhebi” ve Ehl-i sünnet i’tikadında olan müslümanlardan, amellerini bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara “Hanbeli” denir.

İmam-ı Ahmed hazretlerinin talebelerinin ve kendisine sual soranların müşküllerini hallederken ortaya koyduğu ve takip ettiği usuller, Hanbeli mezhebinin temel kaide­leri olmuştur. İmam-ı Ahmed hazretleri, dini müşküllerin hallinde sırasıyla şu kaynaklara, baş vurmuştur:

1- Kitap ve Sünnet: Bütün müctehidler gibi Ahmed bin Hanbel hazretleri de bir işin nasıl yapılacağını Kur’an-ı kerimde açık olarak bulamazsa, hadis-i şeriflere bakar, bunlarda bulunursa ona göre hüküm verirdi.

2- İcma ve Sahabe Kavli: Hadis-i şeriflerde de açıkça bulamadığı bir iş için, icma var ise, öyle yapılmasını bildirirdi. İcma, Eshab-ı kiramın hepsinin aynı suretle yapması veya söylemesi demektir. İcmaya sözbirliği de denir. Eshab-ı kiramdan sonra gelen Tabiinin de icmasını delil, senet kabul etmiştir. Sahabe kavli (sözü, ictihadı) bulunan bir meselede, kendi ictihadına göre hüküm vermezdi. Sahabenin sözüne göre hüküm verirdi. Hatta, sahabe sözü bulamadığı hususlarda, Tabiinin büyüklerinden olan müctehidlerin ictihadını, kendi re’yine tercih ederdi.

3- Bir mesele hakkında, Sahabe veya Tabiine ait bir re’y (ictihad) bulamazsa, zayıf ve mürsel hadislerle amel eder, ona göre hüküm verirdi. Zayıf hadisin de, sahih hadisin bir çeşidi olduğunu göz önünde tutardı.

4- Kıyas: Hadis-i şeriflerin birbirini kuvvetlendirmesine bakarak kendine has bir usulle ictihadda bulunurdu.

Hanbeli mezhebinde birçok âlimler yetişmiştir. Bu âlimlerin başında İmam-ı Ahmed hazretlerinin kendi oğulları Salih ve Abdullah gelmektedir. Ehu Bekir el-Esrem, Abdülmelik el-Meymuni, Ebu Bekir el-Merkezi, Harb bin ismail, ibrahim bin İshak el-Harbi gibi âlimler, İmam-ı Ahmedin bizzat kendisinden fıkıh ilmini öğrenmişlerdir. Bu mezhebin esasını yaymak hususunda üstün gayret gösteren âlimlerden biri de Ebu Bekir el-Hallal’dır. Seyyid Abdülkadir Geylani de, Hanbeli mezhebinin esaslarını yayan âlimlerdendir.

İmam-ı Ahmedin (El-Müsned)’i en meşhur eseridir. Oğlu Salih, çeşitli kimselere yazdığı (Mektuplar)’la babasının mezhebini yaymıştır. Abdülkadir Geylani “Fütuhul-Gayb” ve “Gunyetüt-talibin” kitabları ile Abdurrahman el-Ceziri’nin “Kitab-ül-Fıkhı ale’l-Mezahibi’l-Erbaa”sında, bu mezhebin esaslarını en geniş şekilde açıklamaktadır. “el-Mugni”, “el Ikna”, “Bülugul-Emani” adındaki eserler de Hanbeli fıkhı üzere yazılmıştır.

Menkıbeleri ve methi

Yahya bin Main şöyle demiştir: “Ahmed bin Hanbel gibi bir zat daha görmedim. Elli sene onunla sohbet ettim. Kendinde bulunan üstünlüklerden hiç biriyle asla kendini medhetmedi.”

Oğlu Abdullah: “Babam her gece Kur’ an-ı kerimin yedide birini okur, her yedi günde bir hatim ederdi. Yatsı namazını kıldıktan sonra biraz istirahat eder, sonra kalkıp sabaha kadar ibadet ve taatla meşgul olurdu. Giydiği elbiseyi en ucuz kumaştan yaptırırdı. Çok kere az şey yer, “ölecek olan kimse için, bunlar çok bile” derdi demiştir.

Gece namazını hiç bırakmazdı. Halka daima kolaylık yollarını gösterir, ağır vazifeleri yüklemezdi. Acıktığı zaman birşey bulamazsa, kimseyi rahatsız etmez, birşey istemezdi. Çoğu zaman ekmeğine sirke katık olurdu. Yolda yürürken, hızlı adımlarla yürürdü. Onu daha çok, mescidde, cenaze namazında ve hasta ziyaretinde görürlerdi. Beş haccın üçüne yürüyerek gitti.

Seleme bin Şebib’den şöyle nakledilmiştir: “Birgün Ahmed bin Hanbel’in huzurunda oturuyor idik, içeriye bir zat girip, “Ahmed bin Hanbel kimdir?” dedi. Biz susup bekledik. “Ahmed bin Hanbel benim, ne istiyorsun?” dedi. Gelen zat dedi ki, “Dörtyüz fersah uzaktan geliyorum. Cum’a gecesi uyumuştum. Rü’yamda biri gelip, bana Ahmed bin Hanbel’i biliyor musun dedi. Hayır tanımıyorum dedim. Bağdad’a git, onu sor ve bulunca, Hızır aleyhisselam sana selam söyledi de. Semavattaki melekler ondan razıdır. Çünkü o, nefsine asla uymadı, Allahü teâlâya itaat hususunda çok sabırlı davrandı” dedi. Ahmed bin Hanbel “Maşaallah, la havle vela kuvvete illa billah” dedi. Sonra o zata, “Başka bir söyleyeceğin ve ihtiyacın var mı?” dedi. “Hayır sadece bunun için geldim” dedi ve o gün Bağdad’dan ayrıldı.

Ahmed bin Muhammed bin Amr, Ebu Abdurrahman bin Ahmed’den naklen şöyle anlatır: “Bir defasında hadis âlimleri, Ebu Asim Dahhak ibni Mahled’in meclisinde toplanmıştı. Onlara dedi ki, fıkıh öğrenmek istemez misiniz, halbuki aramızda fıkıh âlimi yok dedi. Aramızda bir kişi var dediler. Kimdir o? dedi. Şimdi birazdan gelir dedik. Biraz sonra Ahmed bin Hanbel karşıdan göründü. Karşılayalım dedi. Oradakiler, o böyle şeyden hoşlanmaz dediler. Gelince Ebu Asim onu yanına oturtup, fıkhi meseleler sormaya başladı. Her sorduğunun cevabını alıyordu. Sonra da soru sormayı bırakıp, bu derya gibi bir âlimdir, dedi.”

Nadr bin Ali şöyle demiştir: “Ahmed bin Hanbel’in işi, hep ahıret ile ilgili idi. Dünya menfaatleri ona yöneldi, fakat o kabul etmeyip, geri çevirdi.”

İmam-ı Ahmed hazretlerinin, yevmiye ile çalışan bir işçisi vardı. Akşam talebesine, bu işçiye ücretinden fazla ver, dedi. Talebe, ücretinden fazla para verdi, işçi almadı ve gitti. Hazret-i İmam, arkasından yetiş, şimdi alır, dedi. Dediği gibi, işçi parayı aldı. Hazret-i imama sebebi sual edildiğinde buyurdu ki: “O zaman böyle birşey aklından geçiyordu… Şimdi ise bu düşünce onda yok oldu. Alması tevekkülünü bozmayacağı için aldı.” Tevekkül nedir diye sual

ettiler, buyurdu ki, rızkın Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır.

Taberani hazretleri şöyle nakleder: Zamanın meşhur bir falcısı vardı. Fal baktırmak isteyenler her taraftan gelir kendisini bulurlardı. Bu şahıs falcılığı meslek haline getirmişti. Daha sonra hastalandı. Yirmi sene iyileşemedi. Biri ziyaretine gelmişti. Halini görünce “Senin iyileşmenin tek yolu var, o da zamanımızın en büyük âlimlerinden ve evliyasından biri olan Ahmed bin Hanbel hazretlerinin dua etmesidir” dedi. Bu falcı da annesini gönderip, dua etmesini istedi. Annesi evine varınca dedi ki: “Oğlum yirmi senedir hasta yatmaktadır. Bunun iyileşmesi için sizden dua istemeye geldim.” “Herkes iyileşmek için oğluna gelirdi. Senin oğlun da, herşeyi bildiğini zannederdi. Kendi hastalığını tedavi etmeyip de, seni bana mı gönderdi?” dedi. Kadının çok ısrarı karşısında dayanamayıp, falcılığı bırakması şartıyla dua edeceğini söyledi. Hazret-i imamın bu sözü üzerine falcılığı bıraktı. Tövbe istiğfar etti ve sıhhate kavuştu.

Ahmed bin Hanbel vefat ederken eliyle işaret edip, hayır olmaz dedi. Oğlu babacığım bu ne haldir? dedi. “Şu an tehlike zamanıdır, dua ediniz. Şeytan felaket toprağını başıma saçmak istiyor. Ey Ahmed, benim elimde can ver diyor, ben de “Hayır olmaz! hayır olmaz!” diyorum” dedi. Bir nefes kalıncaya kadar tehlike vardır. Şeytanın aldatmasından emin olmak yoktur, buyurdu. Vefat haberi, bütün Bağdad halkını ağlattı. Cenaze namazını kılmak üzere çevreden gelenlerle birlikte, binlerce insan toplanmıştı. Bağdadlılar evlerinin kapısını açıp, cenaze namazı için abdest almak isteyen gelsin, diye bağırdılar. Cenaze namazı kılınınca, kuşlar tabutu üzerinde uçuşup, kendilerini tabuta vurdular. Cenaze namazında yüzbine yakın kişi bulundu. O gün yahudi ve hıristiyanlardan pek çok kimse, bu hadiseyi görerek müslüman oldu. Ağlayıp, bağırarak, “kelime-i şehadet” getirdiler.

Muhammed ibni Huşeyme der ki, vefatından sonra hazret-i imamı rüyamda gördüm. Nereye gidiyorsun? dedim. Cennete gidiyorum, dedi. Allahü teâlâ sana ne muamele etti? dedim. Cevabında buyurdu ki, Allahü teâlâ beni mağfiret etti. Başıma taç giydirdi ve “Ey Ahmed! Kur’an-ı kerime mahluk demediğin için, bu nimetleri sana verdim” diye buyurdu.

Muhammed bin Huzeyme şöyle anlatır: Ahmed bin Hanbel’in vefat haberini İskenderiyye’de iken duydum. Çok üzülmüştüm. Rüyamda Ahmed bin Hanbel’in salına salına yürüdüğünü görüp kendisine: Ey İmam; bu ne biçim yürüyüş böyle? dedim. Ahmed bin Hanbel, Dünyada Allahü teâlânın dinine hizmet edenlerin, Cennetteki yürüyüşleri böyledir buyurdu. Ben; Allahü teâlâ sana nasıl muamele etti? diye sual ettim, İmam hazretleri: Allahü teâlâ beni affetti, başıma bir taç, ayağıma altından iki ayakkabı giydirdi ve Ey Ahmed! Kur’an-ı kerim benim kelâmımdır, diye inandığın için, bu iltifatlara kavuştun Ey İmam, Süfyan-ı Sevri’den sana ulaşan dualar var, onlarla dünyada dua ettiğin gibi, şimdi de dua et, dedi. Bu emir üzerine: “Ey alemlerin Rabbi olan Allahım, bizleri af ve mağfiret eyle. Bizlere sual sorma” diye dua ettim. Bu duadan sonra: Ey Ahmed, işte Cennet, gir oraya buyurdu ve ben de Cennete girdim.”

İmam-ı Ahmed hazretlerinin güzel sözlerinden bir kısmı şunlardır:

“İlim, insanlara, ekmek ve su kadar lazımdır, İlim, rivayet ve kuru malumat çokluğu değildir, İlim, faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir.”

“Kulun kalbini ıslah etmesi için, iyilerle beraber olması kadar faydalı bir şey yoktur. Yine kulun fasıklarla beraber olup, onların işlerine dikkat ve nazar etmesi kadar zararlı birşey yoktur.”

“Günahlar imanı zayıflatır.”

“Yemeği, din kardeşleriyle sürur içinde, fakirlerle ikram ve cömertlikle, diğer insanlarla da mürüvvet içinde yemek lazımdır.”

“Her şey için kerem vardır. Kalbin keremi Halıkdan razı olmak, kadere rıza göstermektir.”

“Sizde olmayan meziyetlerle sizi medheden kimsenin, sizde olmayan kötülüklerle de birgün kötüleyeceğini unutmayınız.”

“İstediklerini vermediğiniz zaman kızan, kırılan veya küsen arkadaş, gerçek arkadaş değildir.”

“Kibir taşıyan kafada, akıla rastlayamazsınız.”

“İnsanların ahmak sınıfı, kendilerinin medh edilmesinden hoşlananlarıdır.”

“Tevekkül, herşeyi Allahtan bilmek ve rızkı O’nun verdiğine inanmaktır.”

“Tevekkül, bütün işlerinde Allahü teâlâya teslim olmak, başa gelen her şeyi O’ndan bilip katlanabilmektir.”

“İnsana az bir mal yetişir. Çok mal ise kafi gelmez.”

“Bir kimse, sadık bir arkadaşını kaybederse, kendisi için zillettir.”

“Hüsn-i zannı olanın hayatı hoş geçer.”

“Yalan söylemek, emniyeti giderir.”

“Meziyet, fazilet, ilim ve irfan tamamlığı iledir.”

“Ayıplardan uzak arkadaş arayanlar, arkadaşsız kalır.”

İmam-ı Ahmed hazretlerine sordular: “Hergün sabahtan akşama kadar camide ibadet edip, Allahü teâlâ benim rızkımı nereden olsa gönderir, diyen kimse, nasıl bir adamdır?” Cevabında: “Bu kimse cahildir. İslamiyetten haberi yoktur.” Buyurdu.

İhlas nedir? sorusuna, “Amellerin afetlerinden kurtulmaktır.” Tevekkül nedir? sorusuna, “Rızkın Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır” cevabını vermiştir.

Zühd nedir? Diye sorduklarında; “Zühd üç türlüdür; cahilin zühdü, haramları terk etmektir. Âlimlerin zühdü, helal olanların fazlasından sakınmaktır. Ariflerin zühdü, Allahü teâlâyı unutturan şeyleri terk etmektir.” Buyurdu.

“Fütüvvet nedir? sorusuna; “Korktuğun şey (Cehennem) için, arzu ettiğin şeyi (heva ve hevesi) terketmektir.” diye cevap vermiştir.

Eserleri:

1) Müsned: Otuz bin hadis-i şerifi içine almıştır. 2) Kitab-üs-Sünne, 3) Kitab-üz-Zühd, 4) Kitab-üs-Salat, 5) Kitab-ül-Vera vel-İman, 6) Fedail-üs-Sahabe, 7) Et-Tefsir, 8) En-Nasih vel-Mensuh, 9) Et-Tarih, 10) Vücubat-ül-Kur’an, 11) Kitab-ür-Reddi ale’l-Cehmiyye vez-Zenadıka, 12) El-Cerhu vet-Ta’dil, 13) Kitab-ül-İlel ve Ma’rifet-ür-Rical.

Kaynak;http://yukarikayalar.wordpress.com/2012/12/13/imam-i-ahmed-bin-hanbel-hazretleri/#more-9375

İmam-ı Şafii hazretleri

 
İmam-ı Şafii hazretleri

Ehl-i sünnetin dört mezhebinden biri olan Şafii mezhebinin imamıdır. Adı, Muhammed bin İdris’tir. Künyesi Ebu Abdullah’tır. Anne ve baba tarafından soyu Peygamber efendimizin soyuyla birleşmektedir. Dördüncü dedesi Şafii’nin ismine nisbetle ona da Şafii denildiği için bu isimle meşhur olmuştur. 767 (H.150)’de Gazze’de doğdu. 820 (H.204)de Mısır’da 54 yaşında iken vefat etti. Kabri, Kurafe kabristanlığında büyük bir türbe içindedir.

İmam-ı Şafii, henüz beşikte iken babası vefat etmişti. Annesi onu iki yaşında, asıl memleketleri olan Mekke’ye getirdi. Orada büyüdü. Yedi yaşına gelince Kur’an-ı kerimi ezberledi. Bundan sonra ilim öğrenmeye başladı.

İmam-ı Şafii daha küçük yaşta iken Mekke’de bulunan zamanın meşhur âlimlerinin derslerine ve sohbetlerine devam etmeye başlamıştır. Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı bu ilk günleri için şöyle demiştir, “Kur’an-ı kerimi ezberledikten sonra devamlı Mescid-i harama gidip, fıkıh ve hadis âlimlerinden pek çok istifade ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kağıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri yazmakta çok sıkıntı çekerdim.”

İmam-ı Şafii, Mekke’deki bu ilk tahsilinden sonra Arapçanın inceliklerini ve edebiyatını öğrenmek için,, çölde yaşayan Huzeyl kabilesinin arasına gitti. Orada da bilgisini ilerletip, ok atmayı öğrendi. Bu hususta da şöyle demiştir: “Ben Mekke’den çıktım. Çölde Huzeyl kabilesinin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakımından en fasihi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım, ok atmayı öğrendim. Mekke’ye döndüğüm zaman, bir çok rivayet ve edebiyat bilgilerine sahip olmuştum.”

İmam-ı Şafii daha on yaşında iken, o zamanın en meşhur âlimi İmam-ı Malik’in “Muvatta” adlı hadis kitabını, dokuz günde ezberlemiştir. Gençliğinin ilk yıllarında kendini tamamen ilme verip, Mekke’deki Süfyan bin Uyeyne, Müslim bin Halid ez-Zenci gibi fakih ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadis, fıkıh, lügat ve edebiyatta çok yükseldi. Mekkeli gençler arasında, ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulaştı.

İmam-ı Şafii hazretlerinin tahsilinde en önemli safha, İmam-ı Malik hazretlerine talebe olmasıyla başlamıştır. Mekke’den Medine’ye gidip, İmam-ı Malik’den ders almasını şöyle anlatmıştır: “İlk zamanlar Mekke’de, Müslim bin Halid’den fıkıh öğrendim. O sırada Medine’de bulunan Malik bin Enes’in büyüklüğünü ve müslümanların imamı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanına gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhur eseri olan “Muvatta”nın bir nüshasını, Mekke’de birinden tekrar geri vermek üzere alıp dokuz günde ezberledim. Mekke valisine gidip, birini Medine valisine birisini de Malik bin Enes’e vermek üzere iki mektup alıp Medine’ye gittim. Medine’ye varınca, Medine valisine gidip ona ait olan mektubu verdim ve Medine valisi ile birlikte İmam-ı Malik’in yanına gittik, İmam-ı Malik dışarı çıktı. Uzun boylu ve gayet heybetli bir görünüşü vardı. Medine valisi, Mekke valisinin gönderdiği mektubu İmam’a takdim etti. Mektupta “Muhammed bin İdris, annesi tarafından şerefli bir kimsedir. Ve hali şöyle şöyledir…” diye yazılı olan kısmı okuyunca “Sübhanallah! Resulullahın ilmi şöyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp, sorulup, talep olunur.” dedi. Ben de durumumu ve ilim öğrenmek istediğimi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı. Adın nedir, dedi. Muhammed’dir dedim. Ey Muhammed, dedi,, ileride büyük bir şanın olacak, Allahü teâlâ senin kalbine bir nur vermiştir. Onu masiyetle söndürme! Yarın birisi ile gel, sana Muvatta’yı okusun buyurdu. Ben de onu ezberledim, ezberden okurum dedim. Ertesi gün İmam-ı Malik’e gelip okumağa başladım. Her ne zaman, İmam-ı üzme korkusundan okumağı bırakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır, ey genç daha oku derdi. Kısa zamanda Muvatta’yı bitirdim.”

İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik’in yanına geldiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu, İmam-ı Malik onu himayesine alıp, dokuz yıl müddetle ilim öğretti. İlimde yüksek bir dereceye ulaşan İmam-ı Şafii Mekke’ye dönünce, oraya gelen Yemen valisi, onu Yemen’e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdad’a giderek, ilmini ilerletmek için, İmam-ı a’zamın talebesi olan İmam-ı Muhammed’den ders almaya başladı, İmam-ı Muhammed onu kendi himayesine alıp, yazmış olduğu kitaplarını okutmak suretiyle, Irak’ta tedvin edilen fıkıh ilmini ve İrak’ta meşhur olan rivayetleri öğretti, İmam-ı Muhammed ayrıca İmam-ı Şafii’ nin üvey babası idi. İmam-ı Şafii onun ilminden ve kitablarından çok istifade etmiştir.

İmam-ı Şafii bu hususta şöyle demiştir: “İlimde ve diğer dünya işlerinde, İmam-ı Muhammed kadar bana kimse faydalı olmamıştır.” Ebu Ubeyd şöyle demiştir: İmam-ı Şafii’den duydum, buyurdu ki, “İmam-ı Muhammed’den öğrendiğim meselelerle ve ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irak âlimlerinin, Irak âlimleri de Küfe âlimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebu Hanife’ nin çocuklarıdır.” Yani bir babanın çocukları için lazım olan nafakayı kazanıp, çocuklarını beslemesi gibi, İmam-ı A’zam Ebu Hanife hazretleri de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur, İmam-ı Şafii ayrıca Selim-i Rai’nin sohbetine kavuşup, vilayet (evliyalık) makamlarına da kavuştu.

İmam-ı Şafii, Bağdad’da İmam-ı Muhammed’den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke’ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, ayrıca talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde çeşitli islam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke’deki bu ikameti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdad’a gitti. Bu sırada Bağdad İslam aleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, İmam-ı Şafii’ye hürmet göstermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdad âlimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha önce Mekke’de İmam-ı Şafii ile görüşen ve ondan hadis dinleyen Ahmed bin Hanbel talebe olmuş, onun üstünlüğüne hayran kalmıştır. Yine İmam-ı Şafii ile emsal olan Ishak bin Raheveyh ve benzerleri ondan ilim tahsil etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvalara hayran kalıyordu. Ders ve fetva vermekte uyguladığı usul, geniş olarak açıkladığı istinbat (kaynaklardan hüküm çıkarma) usulü olan, usul-i fıkıh ilmi idi.

O buna göre açıklamalarda bulunuyordu. Güzel ve açık konuşması, ifade ve izah tarzı, münazara kuvveti ve te’sir bakımından çok güçlü idi. İmam-ı Şafii Bağdad’da bulunduğu sırada (el-Kitab-ül Bağdadiyye, adını verdiği eserini yazdı, İmam-ı Şafii’nin üstün şahsiyetine ve yüksek ilmine hayranlık duyarak, ondan ders alıp ilim öğrenen talebelerinden bir kısmı şunlardır: Ahmed bin Hanbel, İshak bin Raheveyh, ez-Za’ferani, Ebu Sevr ibrahim bin Halid, Ebu ibrahim Müzeni, Rebi’ bin Süleyman-ı Muradi gibi bir çok âlim. Daha sonraki asırlarda, Şafii mezhebinde yetişmiş âlimlerden meşhur olanlardan ba’zıları da şunlardır: Hadis âlimlerinden İmam-ı Nesai, kelâm (akaid) âlimlerinden Ebü’l-Hasen-i Eş’ari, İmam-ı Maverdi, İmam-ı Nevevi, İmam-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, İmam-ı Gazali, İbn-i Hacer-i Mekki… Kaffal-ı Kebir, İbn-i Subki, İmam-ı Suyuti v.b.

İmam-ı Nesai’nin (Sünen)’i meşhurdur, İmam-ı Eş’ari, Ehl-i sünnet i’tikadının iki imamından birisidir. Hocalarının zinciri İmam-ı Şafii’ye ulaşır.

İmam-ı Şafii hazretleri, ilim, zühd, marifet, zeka, hafıza ve neseb bakımlarından zamanındaki âlimlerin en üstünü idi. Onüç yaşında iken, Harem-i şerif de “Bana istediğinizi sorunuz?” derdi. Onbeş yaşında iken fetva verirdi. Zamanının en büyük âlimi olan ve üçyüz bin hadis-i şerifi ezbere bilen İmam-ı Ahmed bin Hanbel, ondan ders almağa gelirdi. Çok kimse İmam-ı Ahmed’e, “Böyle büyük bir âlim iken, kendi çocuğun gibi bir genç karşısında nasıl oturuyorsun?” dediklerinde, “Bizim ezberlediklerimizin manalarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyayı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdadır” derdi. Bir kere de, “Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahü teâlâ, bu kapıyı, kullarına İmam-ı Şafii ile tekrar açtı” dedi. Bir kere de, “İslamiyete, şimdi Şafii’den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum” dedi. İmam-ı Ahmed, yine buyurdu ki: “Allahü teâlâ her yüzyılda bir âlim yaratır, benim dinimi, herkese onun ile öğretir” hadis-i şerifinde bildirilen âlim, İmam-ı Şafii’dir. Hadis-i şerifte “Kureyş’e sövmeyiniz. Zira Kureyşli bir âlim, yeryüzünü ilimle doldurur” buyuruldu. İslam âlimleri bu hadis-i şerif, İmam-ı Şafii’nin geleceğini bildirmiştir, demişlerdir.

Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah, babasının İmam-ı Şafii’ye çok dua ettiğini görerek sebebini sorunca: “Oğlum, İmam-ı Şafii’nin insanlar arasındaki yeri, gökteki güneş gibidir. O, ruhların şifasıdır” demiştir.

Ebü’l-Kasım bin Selam “Nice âlim ve faziletli kimselerle görüştüm. Şafii hazretleri gibi âlim ve fadıl bir kimse görmedim” demiştir.

Ahmed bin Hanbel: “Eline kalem kağıt alan herkesin İmam-ı Şafii’ye şükran borcu vardır” demiştir.

İbn-i Uyeyne’ye İmam-ı Şafii’nin vefat haberi ulaşınca; şöyle demiştir: “Eğer o vefat ettiyse, zamanın en faziletlisi vefat etmiştir.”

İmam-ı Şafii hazretlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifler, Sahih-i Müslim’de, Sünen-i Ebi Davud, Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Nesai, Sünen-i ibni Mace ve Sahih-i Buhari’nin ta’likatında yer almıştır. Kendisinden hadis-i şerif işitip rivayet ettiği zatlar: Müslim bin Halid ez-Zencir, Malik bin Esed, ibrahim bin Sa’d, Sa’id bin Sâlim, Abdül-vehhab es-Sakafi, İbn-i Aliyye, İbn-i Uyeyne ve diğer hadis âlimleridir. İmam-ı Şafii’den de Ahmed bin Hanbel, Süleyman bin Davud el-Haşimi, Ebu Bekir Abdullah bin Zübeyr el-Hamidi, ibrahim bin Münzir, Ebu Sevr ibrahim bin Halid, Ebu Ya’kub Yusuf bin Yahya ve diğer birçok zat hadis-i şerif rivayet etmişlerdir, imam-ı Şafii’nin rivayet ettiği hadis-i şeriflerden biri şudur:

“Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, dünya ve ahıret iyilikleri verilmiştir. Yumuşaklıktan mahrum olan kimse, dünya ve ahıret iyiliklerinden, mahrum olur.”

İmam-ı Şafii hazretleri, ikinci defa Bağdad’a gidişinden sonra, Bağdad’daki siyasi ve fikri kargaşalıklar sebebiyle Mısır’a gidip, ömrünün sonuna kadar orada kalmıştır, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik’in ve İmam-ı a’zamın talebesi İmam-ı Muhammed’in derslerine devam ederek, İmam-ı a’zamın ve İmam-ı Malik’in ictihad yollarını öğrenip, bu iki yolu birleştirdi ve ayrı bir ictihad yolu kurdu. Kendisi çok beliğ, edib olduğundan, ayet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin ifade tarzına bakıp, kuvvetli bulduğu tarafa göre hüküm verirdi, iki tarafta da kendi usulüne göre kuvvet bulamazsa, o zaman kıyas yolu ile ictihad ederdi. Böylece müslümanların ibadetlerinde ve işlerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun kendi usulüne göre şer’i delillerden çıkardığı hükümlere, yani gösterdiği bu yola “Şafii Mezhebi” denildi. Ehl-i sünnet i’tikadında olan müslümanlardan, amellerini yani ibadet ve işlerini, bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara “Şafii” denir.

İmam-ı Şafii hazretlerinin, talebelerinin ve kendisine sual soranların dini müşküllerini hallederken ortaya koyduğu ve takib ettiği usuller, Şafii mezhebinin temel kaideleri olmuştur. Bu mezhebin usulleri de, diğer bütün müctehidlerin usulüne benzemekle beraber, bazı farklılıkları da vardır.

Bütün müctehidler, bir işin nasıl yapılacağını Kur’an-ı kerimde açık olarak bulamazlarsa, hadis-i şeriflere bakarlar. Hadis-i şeriflerde de açıkça bulamazlarsa, bu iş için (icma) var ise, öyle yapılmasını bildirirler. İcma, Eshab-ı kiramın ve onlardan sonra gelen Tabiin denilen âlimlerin bir meseledeki sözbirliğine denir. Bir işin nasıl yapılması lazım olduğu icma ile de bilinmezse, müctehidler kendileri kıyasta bulunarak ictihad ederler; meselenin dini hükmünü bildirirler. Kıyas, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, hakkında açık bir hüküm bulunmayan bir işi, açık hüküm bulunan diğer bir işe benzeterek hükme bağlamaktır.

Menkıbeleri ve methi:

Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir: “İmam-ı Şafii’nin aklı, zamanındaki insanların yarısının akılları toplamından fazladır.” Abdullah-i Ensari buyurdu ki: “İmam-ı Şafii’yi çok severim. Çünkü evliyalıkta hangi makama baksam, onu herkesin önünde görüyorum.”

Az yer, az uyurdu. “On altı senedir, doyasıya yemek yemedim” buyurdu. Sebebi sorulunca “Çok yemek bedene ağırlık verir, kalbi zayıflatır, anlayışı, idraki azaltır, çok uyku getirir ve böylece insanı ibadetten alıkor. Kulluğun başı az yemektir” buyurmuştu.

İmam-ı Şafii’nin siması, gayet güzel ve sevimli idi. Üstün bir zekaya ve kabiliyete sahib idi. Peygamber efendimizin sünnetine son derece riayet ederdi, ilmi, tevazusu, heybet ve vekarı ile kalblere tesir ederdi. Kur’an-ı kerim okurken dinleyenler kendinden geçerdi.

Orta halli giyinirdi. Heybetli bir görünüşü vardı. O bakarken, yanındakiler su dahi içemezlerdi. Yüzüğünde, (el-bereketü fil-kana’ati) Bereket, kanaat etmektedir, yazılı idi.

Harun Reşid, her sene Bizans imparatorundan vergi olarak çok para ve mal alırdı. Bir sene imparator, âlimlerle münakaşa etmek için ruhbanlar gönderdi: “Eğer bizi yenerlerse onlara vergilerimizi vermeye devam edeceğiz. Yok biz yenersek vermeyiz” dedi.

Dörtyüz hıristiyan geldi. Halife, bütün âlimlerin Dicle kenarında toplanmasını emretti, İmam-ı Şafii’yi çağırarak, hıristiyan ruhbanlara sen cevap ver! dedi. Herkes Dicle kenarında toplandı, İmam-ı Şafii seccadeyi omuzuna alıp nehre doğru gitti. Seccadeyi nehre atıp üzerine oturdu ve: “Benimle münakaşa etmek isteyenler buraya gelsin” dedi.

Bu hali gören ruhbanların hepsi müslüman oldu. Bizans İmparatoru, adamlarının İmam-ı Şafii’nin elinde müslüman olduğunu öğrenince; “iyi ki, o buraya gelmedi. Yoksa buradakilerin hepsi müslüman olurdu, kendi dinlerini bırakırlardı.” dedi.

Bir kere ders verirken, ders esnasında on defa ayağa kalktı. Sebebini sorduklarında, buyurdu ki: “Seyyidlerden bir çocuk, kapının önünde oynuyor. Kapının önüne gelip, kendisini gördüğüm zaman, ona hürmeten ayağa kalkıyorum. Resulullahın torunu ayakta dururken oturmak reva değildir.”

Talebelerinden biri anlatır: Bir bayram günü İmam-ı Şafii hazretleri ile beraber mescidden çıktık. Bir mesele hakkında sohbet ediyorlardı. Evlerinin kapısına gelince, bir hizmetçi kendisine bir kese altın getirip, efendisinin selamı olduğunu ve bunu kabul buyurmasını rica etti. İmam-ı Şafii hazretleri keseyi kabul etti. Biraz sonra biri gelip, “Hanımım bir çocuk doğurdu. Yanımda hiç param yok. Sizden Allah rızası için biraz para istiyorum” dedi. İmam-ı Şafii hazretleri keseyi hiç açmadan, olduğu gibi o şahsa verdi. Halbuki biliyordum ki, kendisinin de hiç parası yoktu.

İmam-ı Şafii hazretleri Yemen’e bir sefer yapmıştı. Dönüşünde onbin dirhemle gelip, çadırını Mekke’nin dışına kurdurarak, ziyaretçilerini orada kabul etti. Halk topluluklar halinde İmam-ı Şafii’ye gelerek müşküllerini hallediyordu. Ziyaretçiler arasında bulunan fakirlere de para dağıtıyordu. Böylece, Yemen’den getirdiği onbin dirhemin hepsini fakirlere dağıttı ve ondan sonra da; “Oh şimdi rahatladım” buyurdu.

Mısır’ın ileri gelenlerinden birinin hanımı, bir münakaşada kocasına: “Ey Cehennemlik” dedi. Bu cevap karşısında bu şahıs, hanımına “Ben Cehennemliksem, seni boşadım” dedi, fakat hanımını da çok seviyordu. Âlimleri toplayıp bu meseleyi sordu. Kimse cevap veremedi. “Senin Cehennemlik olup olmadığını Allah bilir” dediler. Âlimler arasından henüz daha genç yaşta olan İmam-ı Şafii kalkıp, “Ben senin meseleni çözerim” dedi. Oradakiler şaşırdılar. Bu kadar âlimin cevap veremediğine, nasıl cevap verecek diye merak ettiler. İmam-ı Şafii dedi ki: “Önce sen benim sorularıma cevap ver!” Ve devam etti: “Bir günah işleyeceğin vakit, Allah korkusundan bu günahı terk ettiğin oldu mu?” dedi. “Allahü teâlâya yemin ederim ki çok oldu.” “Bu halinle Cennetlik olduğun anlaşılmaktadır” buyurdu.

Orada bulunan âlimler, hangi delil ile bu hükmü verdiğini sordular:

“Kur’an-ı kerimde, “Bir kimse Allah korkusundan nefsini günahlardan men ederse, onun yeri elbette Cennettir” buyurulmaktadır. Hükmünü bu ayet-i kerimeye göre verdim” buyurdu. Oradakiler susup kaldılar.

Abdullah bin Muhammed Bekri şöyle anlatmıştır: “İmam-ı Şafii ile Bağdad’da nehir kenarında oturuyor idik. Bir genç gelip abdest almaya başladı. Fakat abdesti yanlış aldı. İmam-ı Şafii o gence: “Abdesti tam al. Allahü teâlâ sana dünya ve ahıret saadeti versin” buyurdu. Genç tekrar abdest alıp, yanımıza geldi ve bana nasihat et, öğret deyince, İmam-ı Şafii şöyle buyurdu: “Allahü teâlâyı bilen necat (kurtuluş) bulur. Dininde titizlik gösteren, kötülüklerden kurtulur. Nefsini ıslah eden saadete kavuşur. Biraz daha ister misin dedi. Genç evet deyince, şöyle devam et “Kim şu üç şeyi yaparsa imanı kamil olur:

1- Emr-i bil-ma’ruf yapmak, yani Allahü teâlânın emirlerini yapmak ve yaymak.

2- Nehy-i anil-münker yapmak, yani Allahü teâlânın yasaklarını yapmamak ve yapılmaması için uğraşmak.

3- Her işinde Allahü teâlânın dinde bildirdiği hudutlar içinde bulunmak buyurdu. Sonra, “Biraz daha ister misin? deyince, genç, “ihsan ediniz efendim” dedi. Şöyle buyurdu: “Dünyaya bağlanıp, ona düşkün olma, ahıreti iste. Bütün hal ve hareketinde Allahü teâlâyı hatırla ki, kurtulanlardan olasın.”

Bu nasihatleri dinleyen genç, son derece memnun olup, benim yanıma yaklaşarak, bu zat kimdir, dedi. Ben de İmam-ı Şafii olduğunu söyleyip tanıttım. Bunun üzerine genç; bugün ne bahtiyarım ki, böyle büyük zatı görüp, nasihatini dinledim” dedi.

İmam-ı Şafii hazretleri şöyle anlatmıştır:

Bir gece rüyamda Peygamber efendimizi görmekle şereflendim. Bana buyurdu ki, “Sen kimdensin?” Cevabında, “Ben senin kabilendenim” dedim. Bana yaklaş buyurdular. Yanına gittim. Mübarek ağzının suyunu dilime, ağzıma ve dudaklarıma sürüp “Haydi, Allahü teâlâ sana bereket versin” buyurdular.

Kendisi anlatır: Çocukluk zamanında, Mekke’de rüyamda Peygamber efendimizi gördüm. Tam bir heybetle Mescid-i haramda insanlara imamlık yapıyorlardı. Namaz bitince yanlarına gidip, bana da ilim öğretiniz, dedim. Bunun üzerine kaftanının altından bir terazi çıkarıp: Bu senin , içindir, buyurup bana hediye ettiler. Bu rüyamı tabir ettirdim. Dediler ki: “Sen, ilimde imam olursun ve sünnet üzere olursun. Terazi ise, hakikat-ı Muhammediyyeye kavuşacağına alamettir.”

Yine kendisi anlatır:

“Bir gün rüyamda, Hz. Ali efendimizi gördüm. Parmağından yüzüğünü çıkardı, parmağıma taktı. Bu hareketi, kendi ilminin ve Resulullahın ilminin bana geçmesi alameti idi.”

İmam-ı Şafii, altı yaşında iken mektebe gitmeye başladı. Zahide bir annesi vardı, insanlar emanetlerini ona bırakırlardı. Bir gün iki kişi gelip, bir bohça verdiler. Daha sonra biri gelip bohçayı istedi. Gelene bohçayı verdi. Biraz sonra diğeri gelip, bohçayı istedi. Bohçanın arkadaşına verildiğini söyleyince: “Biz ikimiz beraber gelmeyince bohçayı vermeyin demiştik. Bohçayı niçin verdiniz?” dedi. Annesi üzüldü. O sırada İmam-ı Şafii geldi. Annesinin üzüntülü olduğunu görünce sebebini sordu. Annesi olanları anlattı. Bunun üzerine annesine: “Sen üzülme ben şimdi bohçayı isteyenle konuşurum.”

Bohçayı isteyen şahsın yanına gelip dedi ki: “Sizin bohçanız olduğu yerde durmaktadır. Git arkadaşını getir.” Adam aldığı cevap karşısında şaşırıp, geri dönüp gitti. Bir daha da gelmedi.

Vefatı

İmam-ı Şafii hazretleri, din-i İslama hizmet uğrunda tükettiği hayatının son anlarını, Kur’an-ı kerimi dinleyerek geçirmiştir, ömrünün sonuna kadar her gün bir hatim olmak üzere, ayda otuz hatim okurdu. Ramazan-ı şerifte ise gece ve gündüz birer hatim olmak üzere, altmış hatim okurdu. Artık vefatının yaklaştığı sırada takatsiz düşmüştü, önceki gibi okuyacak durumda değildi. Fakat okuyan birinden dinlemek arzu ediyordu. O bu halde iken, talebesi Ebu Musa Yunus bin Abdül-a’la’ya okutur huşu içinde dinliyordu. Son nefeslerini vermek üzere iken, halini sordular. “Dünyadan göçüyorum. Artık ondan ayrılıyorum. Ümit şerbetini içiyorum. Kerim olan Rabbime gidiyorum” buyurdu. Vefatı İslam alemi için büyük bir kayıp oldu. Duyulduğu her yerde, derin üzüntü ve gözyaşları ile karşılandı. Kabri kazılırken etrafa misk kokusu yayıldı. Orada bulunanlar bu kokunun tesirinde kalıp, kendilerinden geçtiler. Kahire’de el-Mukattam dağının eteğinde Kurafe kabristanına defn edildi. Daha sonra kabri üzerine bir türbe yapılmıştır. Türbesi üzerindeki şimdiki muhteşem kubbe, Eyyubi sultanlarından el-Melikel-Kaim tarafından; 608 (m. 1211) yılında yapılmıştır. Selahaddin Eyyubi tarafından da, türbesinin yanına büyük bir medrese yaptırılmıştır.

Kıymetli sözlerinden ve nasihatlerinden bir kısmı şunlardır:

“Dünyada zahid ol, dünya malına bağlanma! Ahireti isteyici ol, onun için çalış! Her işinde Allahü teâlâyı hatırla. Böyle yaparsan, kurtulmuşlardan olursun. Ruhsat ve te’viller ile uğraşan âlimden fayda gelmez.”

“İnsanları tamamen razı ve memnun etmek çok zordur. Bir kimsenin bütün insanları kendinden hoşnut etmesi mümkün değildir. Bunun için kul, daima Rabbini razı ve memnun etmeye bakmalı, ihlas sahibi olmalıdır.”

“İlmi, kibirlenmek, kendini büyük görmek için isteyenlerden hiçbiri felah bulmuş değildir. Ama ilmi tevazu için, âlimlere ve insanlara hizmet için isteyen, elbette felah bulur, kurtulur.”

Biri İmam-ı Şafii’den nasihat isteyince buyurdu ki: “Senden daha çok malı ve parası olan kimseyi kıskanma. O malına ve parasına hasretle ölür. İbadeti ve taatı çok olan kimselere gıpta et. Yaşayanlar da sonunda ölecekleri için, onların dünyalıklarına özenmeğe değmez.”

“Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düşmanı olmasın. Madem ki böyledir, o halde Allahü teâlâya itaat edenlerle beraber bulun, onları sev.”

“İlim, ezber edilen şey değil, ezber edilen şeyden temin edilen faydadır.”

“Resulullahın ve Esbabının yolunda olmayanı havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabul etmem.”

“Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır.”

“Kalbine ilahi bir nur penceresinin açılmasını isteyen şu dört şeyi yapsın:

1- Günün belli bir vaktinde yalnız kalsın ve huzura dalsın.

2- Midesini pek fazla doyurmasın.

3- Sefih kimselerle düşüp kalkmağı bıraksın, kötü kimselerle düşüp kalkmasın.

4- İlimleriyle yalnız dünyalık arzu eden kimselere yaklaşmasın.”

“Dünyayı ve Yaradanını bir arada sevdiğini söyleyen kimse yalancıdır”.

“Hiç bir vakit yoktur ki, ilim mütalaası, hüzün ve kederi yok etmesin, ilmi mütalaa, kalbin en ince ve en gizli noktalarını harekete geçirir, insanda yüce duygular uyandırır.”

“Sadık dost, arkadaşının hüzün ve sevinçte ortağı olandır.”

“İki kişinin, darıldıktan sonra birbirinin ayıplarını ortaya çıkarması, münafıklık alametidir.”

“Haksız sözleri tasdik eden, dalkavuk ve iki yüzlüdür.”

“Sadık dost, arkadaşının ayıplarını görünce ihtar eder, ifşa etmez.”

“İbret almak istersen, hata sahibi kişilerin akıbetlerine bak da kalbini topla.”

“Dünya sevgisi ile Allah sevgisini bir arada toplarım iddiasında bulunmak, yalandır.”

“Âlimlerin güzelliği, nefslerini ıslah etmeleridir, ilmin süsü, şüpheli şeylerden sakınmak, yumuşak olup, sertlik göstermemektir.”

“Dünya işlerinde bir darlığa ve sıkıntıya düşen kimse, ibadete yönelmelidir.”

“Gururlanıp böbürlenmek, adi ve bayağı kimselerin vasfıdır.”

“Hizmet edene, hizmet edilir.”

“Dostlar ile yapılan sohbetten sevimli bir hareket yoktur. Dostların ayrılığı kadar da gam ve keder veren şey yoktur.”

“İlmi sevmeyende hayır yoktur. Böyle kimselerle dostluk ve bağlılığını kes. Çünkü, ilim kalblerin hayatı, gözlerin aydınlığıdır.”

“Sadık dost ve halis kimya az bulunur, hiç arama!”

“Bütün düşmanlıkların aslı, kötü kimseler ile dostluk etmek ve onlara iyilik yapmaktır.”

“İlim öğrenmek, nafile ibadetten üstündür.”

“Kendini bilmeyene ilim öğreten, ilmin hakkını zayi etmiş olur. Layık olandan ilmi esirgeyen de, zulmetmiş olur.”

“Resulullahtan sonra insanların en üstünü Hz. Ebu Bekir, sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman, sonra Hz. Ali’dir.” (radıyallahü anhüm)

“İlim öğrenmek için üç şart vardır: Hocanın maharetli, talebenin zeki olması ve uzun zaman.”

“İlim iki kısımdır; birincisi ilm-i edyan, (nakli ilimler), din bilgileri, ikincisi ilm-i ebdan (akli ilimler) fen bilgileridir.”

“Kimin düşüncesi, arzusu, maksadı yemek içmek (dünya) ise; kıymeti, bağırsaklarından çıkardığı kazurat kadardır.”

“Dünyada en huzursuz kimse, kalbinde hased ve kin taşıyanlardır.”

“Başkalarını senin yanında çekiştiren, senin bulunmadığın yerde de seni çekiştirir.”

“Kanaatkar olmak, rahatlığa kavuşturur.”

“Sırrını saklamasını bilen, işinin hakimidir.”

İmam-ı Şafii hazretlerinin divanındaki şiirlerinden bazılarının tercümesi şöyledir:

“Günlerin beraberinde getirdiği hadiseler, seni tesiri altına almasın. Sen iyi bir insan olmaya bak. Zaman içerisinde gelen musibetler ve belalardan dolayı sabırsızlık gösterme. Dünyanın bela ve musibetleri devamlı değildir, insanlar arasında hata ve ayıbın çok olsa bile, ahlakın; iyilik, cömertlik ve vefa (sözünde durmak) olsun iyilik ve cömertliğin ile, hata ve ayıplarını ört. Cimriden iyilik bekleme. Çünkü Cehennemde, susuz kimseye su yoktur. Dünyanın sevinci de, kederi de, bolluğu da, darlığı da devamlı değildir. Kanaatkar bir kalbe sahip olduğun zaman, sen ve dünyaya sahip olan kimse eşitsiniz. Ölüm, kimin yanına gelirse, artık onu ölümün elinden kurtaracak ne yer ve ne de gök vardır. Gerçi Allahü teâlânın yarattığı şu yeryüzü geniştir. Fakat, bir kere Allahü teâlânın hükmü gelince, feza bile dar gelir. Ölümün asla devası (ilacı yoktur).”

“Başımda ağaran saçların ortaya çıkmasıyla, nefsimin ateşi sönüp gitti. Başımda beyaz saçların yanmasıyla, benim gecem oldu. (Çünkü bunlar, ölümün habercileri idi.) ihtiyarlığın habercileri yanaklarıma indikten sonra, ben nasıl rahat yaşarım, insanın ömrünün en iyi kısmı, ihtiyarlıktan öncekidir. Halbuki, gençliği yok olan bir nefs, yok olmuş demektir, insanın rengi sararıp, saçları ağardığı zaman, güzel ve tatlı günleri de, o güzellik ve tatlılığını kaybeder. Yeryüzünde büyüklenerek yürüme. Çünkü, bir müddet sonra bu yer, seni de içine çekip alacaktır.”

“Bir kimseyi affedip, ona kin tutmadığım zaman, düşmanlık düşüncesinden kendimi rahata kavuşturdum.”

“Sefih ve cahil bir kimse konuşunca ona cevap verme. Sükut, ona cevap vermekten daha hayırlıdır.”

“Öğrenmenin acısını bir müddet tatmayan, hayatı boyunca cehaletin zilletini yudumlar.”

“Bütün düşmanlıkların sevgiye dönüşmesi umulur. Fakat hasedden dolayı olan düşmanlık böyle değil.”

“Allahü teâlâyı sevdiğini söylersin, halbuki, ona isyan edersin. Böyle sevgi olmaz. Eğer sevginde samimi olsaydın, Allahü teâlâya itaat ederdin. Çünkü seven, sevdiğine itaat eder.”

“Senden görüşünü istemeyene, görüşünü verme. Çünkü böyle yaparsan, övülmediğin gibi, görüşün de o kimseye fayda vermez.”

“Müslümanların önderi İmam- a’zam Ebu Hanife, memleketleri ve içerisinde yaşıyanları, ilmiyle verdiği hükümlerle süsledi. Doğuda, batıda ve Kufe’de onun bir eşi yoktur. Allahü teâlâ ona ebediyen rahmet eylesin.”

“İlim öğren, kimse âlim olarak doğmaz, ilim sahibi ile cahil bir olmaz.”

“Bir kavmin büyüğünün ilmi yoksa, herkes ona yönelip geldiği zaman o küçüktür. Kavmin makam ve mertebe sahibi olmayan ve ilim sahibi olan küçüğü, ilmi meclislerde kavmin büyüğüdür.”

“Sana gelene sen de git. Sana kötülük ve eziyet edene sen eziyet etme.”

“Ey insan, dilini muhafaza et, seni sokmasın. Çünkü o, büyük bir yılandır. Kabirlerde, kahraman ve cesur kimselerin bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinip, dilinin kurbanı giden nice kimseler vardır.”

“Hakkı doğruyu kim söylerse söylesin kabul ediniz.”

Eserleri:

Ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek ve eser yazmak suretiyle, İslamiyete hizmet yoluna sarf eden İmam-ı Şafii hazretlerinin pekçok kıymetli eseri vardır:

1) El-Ümm: Fıkıh ilmine dair olup, İmam-ı Şafii’nin ictihad ederek bildirdiği meseleleri ihtiva eden bir eseridir. Yedi cilt olarak basılmıştır. 2) Kitab-üs-Sünen vel-Müsned: Hadis ilmine dairdir. 3) Er-Risale fil-Usul: Usul-i fıkha dairdir. Usul-i fıkhın kitap halinde yazıldığı ilk eserdir. 4) El-Mebsut, 5) Ahkam-ül-Kur’an, 6) İhtilaf-ül-Hadis, 7) Müsned-üş-Şafii, 8) El-Mevaris, 9) El-Emali el-Kübra, 10) El-Emali es-Sagir, 11) Edeb-ül-Kadi, 12) Fedail-i Kureyş, 13) El-Eşribe, 14) Es-Sebku ve’r-Remyü, 15) İsbat-ün-Nübüvve ve Reddi alel-Berahime eserlerinin belli başlılarıdır.

Kaynak;http://yukarikayalar.wordpress.com/2012/12/15/imam-i-safii-hazretleri/#more-9373