17 Eylül 2012 Pazartesi

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN BİR GÜNÜ


PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN  BİR GÜNÜ
 
    Bi'setinden on dört asır sonra dünyaya gelen bizler, inancımızın gereği olarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i çok seviyoruz. O'nun hayatını örnek alıyor ve O'nun gibi yaşamaya çalışıyoruz. Peki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine'deki ‘herhangi bir gün’ünü nasıl yaşardı? Onun bir gününe rengini veren, bizim hayatımıza da taşınması gereken temel unsurlar nelerdir?

Evet, bütün insanlık için "üsve-i hasene/en güzel örnek" olan Peygamber (s.a.v.)'in hayatını bir nebze de olsa anlayabilmemiz için öncelikle O’nun 'herhangi bir günü'ne dikkatimizi yöneltmemiz ve kendi günlerimizi buna göre yaşamaya çalışmamız gerekir. Çünkü başta inanan insanlar olmak üzere, topyekûn insanlık için bütün güzel günlerin sırrı, Hz. Peygamber’in bir gününde saklıdır. O’nun doğduğu günden dünya hayatının sona ereceği güne kadar, Allah katında değerli olacak bütün güzel ve özel günlerin rotasını da, bir bakıma o günün belirleyeceğini söyleyebiliriz.

Şüphesiz O’nun her günü, saati saatine önceden ayarlanıp programlanmış değildi. Zaten hayatın kendisi tekdüze olmayıp, tıpkı denizlerdeki gibi bazen dalgalı, bazen sakindir. Efendimiz döneminde, sürekli değişen hayat şartlarında, yeni gelişmelere ve ani cereyan eden hâdiselere göre farklı tavırlar sergilendiği elbette oluyordu. Bununla birlikte -istisnai bazı zamanlar hariç- Efendimiz'in günlük hayatında ömrü boyunca sürekli olarak yapmış olduğu ve bizler için de sünnet olan bazı salih ameller vardır ki burada ele alacağımız konu işte bu çerçevede olacaktır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gecenin son üçte birine doğru uyanırdı. Mübarek gözlerindeki uykuyu eliyle silerek doğrulur ve "Bizi, öldükten sonra dirilten Allah'a hamd olsun. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak da O'dur" diye dua ederdi. Bazen Medine'nin berrak gökyüzüne bakarak, Âl-i İmrân Sûresi'nin son on bir âyetini okurdu. Sağ tarafından başlayıp gömleğini giyer ve ilk iş olarak inci dişlerini misvaklardı.

Abdest bozacağı yere yaklaştığı sırada "Allah'ım! Her tür şeytandan (kötülüklerden ve günahlardan) sana sığınırım" diye dua eder, oradan ayrılırken "Allah'ım! Beni bağışlamanı dilerim" anlamında "Gufrânek" derdi (Tirmizî, Tahâret 7). Ardından abdest alıp teheccüd namazına başlardı. Sonra yeniden istirahata çekilirdi. Bazı geceler Cennetü'1-Bakî' Mezarlığı'na gider, vefat eden ashabına dua ederdi. Çok önem verdiği bu görevi ihmal etmezdi.

Hz. Bilâl imsaktan önce ezan okur ve halkı hem sahur, hem de teheccüde kaldırırdı. Hz. Abdullah b. Ümmi Mektûm ise, imsak vaktinin başlamasıyla ezan okur ve sabah namazının girdiğini bildirirdi. O zaman Efendimiz tekrar kalkıp sabah namazının iki rekât sünnetini evinde kılar, sağ tarafına uzanıp dinlenirdi. Müezzinin ikinci gelişinde mescide çıkıp kendisini bekleyen ashabına sabah namazını kıldırırdı (Buhârî, Teheccüd 23).

Mescide gelemeyecek kadar ciddi mazeretleri olanlar dışında, Medine'de bulunan bütün Müslümanlar her farz namazı Efendimiz'in arkasında kılmaya gayret ederlerdi. Namaza başlamadan önce safların ip gibi düzgün tutulmasını tavsiye eder, bazen sahabilerin omzuna dokunarak herkesi bir hizaya getirirdi (Müslim, Salât 122-128). Ortalık iyice aydınlanmadan namaz kılınmış olur, kadınlar geldikleri gibi sessizce evlerine döner, âcil işi olmayan erkekler Peygamberimiz'le beraber olmak, onun gül yüzüne doya doya bakmak için yerlerinden ayrılmazlardı.

Namazdan sonra, güneş belli bir yüksekliğe çıkıncaya kadar önce tesbihatını ve o vakte ait mutad ezkârını yapardı. Sonra yüzünü ashabına dönerek mihrapta bağdaş kurar ve güneş doğuncaya kadar ashâbıyla sohbet ederdi (Müslim, Mesâcid 286). Bu sohbetler sırasında gündelik konulardan tarihi hadiselere, sorulara cevap vermekten sıkıntısı olanların sıkıntısını gidermeye varıncaya kadar dini, beşeri birçok mesele konuşulabiliyordu. Bazen ashabına o gece gördükleri rüyayı sorar, rüyalarını tâbir ederdi; bazen de kendi rüyasını anlatırdı. Rüyalarda önemli olayların ipuçlarını bulur, mü'minin gördüğü rüyanın peygamberliğin kırk altıda biri olduğunu söylerdi (Buhârî, Ta 'bîr 2).
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), daha sonra eve döner, besmele çekerek içeri girer, sol tarafından başlayıp ayakkabısını çıkarır, ev halkına selâm verirdi. Eve besmeleyle girildiğinde şeytanın üzüldüğünü, adamlarını "Artık burada kalamazsınız" diye uyardığını söylerdi (Müslim, Eşribe 103).

Peygamber Efendimiz kerpiçten yapılmış, üzeri hurma dallarıyla örtülmüş sade bir evde oturuyordu (Buhârî, Ezân 11, 13, Şehâdât 11, Savm 17; Müslim, Sıyâm 36-39). Eve girerken "Allah'ım! Senden hayırlı giriş, hayırlı çıkışlar niyaz ederim. Allah'ın adıyla girdik, Allah'ın adıyla çıktık ve Rabb'imiz olan Allah'a tevekkül ettik" der, içeri girer girmez yine dişlerini misvaklardı (Müslim, Tahâret 43, 44). Sonra hanımına evde yiyecek bir şey olup olmadığını sorar, yiyecek bir şey yoksa oruca niyet ederdi (Müslim, Sıyâm 169, 170). Eline geçeni yoksullarla paylaştığı için evlerinde bazen haftalarca yemek pişmediği olurdu. Böyle zamanlarda hurma ve su ile veya komşuların gönderdiği yiyeceklerle yetinirlerdi. Yemeğe besmele ile başlar, önünden ve sağ eliyle yer, sonunda da "elhamdülillah" derdi. Bu vakitlerde duha namazını kılmayı ihmal etmezdi.

Çok mütevazı bir hayat yaşayan Efendimiz, evde bulunduğu saatlerde eşlerine her konuda yardım ederdi. Onların hatırını sorar, ihtiyaçlarını öğrenir, sonra da bunları temin ederdi. Bazen evi süpürür, hayvanları sağar, elbisesini yamar, kendi işini kendi yapardı (Buharî, İsti’zân 15; Müslim, Selâm 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 256).
Yolda karşılaştığı kimselere selâm verip tokalaşırdı. Büyük bir iştiyakla camiye koşan ashabına gün ortasında öğle namazını kıldırırdı. Eğer o gün haftanın cuma günü ise adeta bayram coşkusuyla namaza hazırlanılırdı. Tırnaklar kesilir, banyo yapılır, yeni elbiseler giyilir, kokular sürülür, her günden daha erken camiye gidilirdi. Sahabe-i kiram, Efendimiz'in hutbesini can kulağıyla dinler ve ardından da namaz kılınırdı. Özellikle bu namaza çocuk ve kadınlar diğer vakitlere nazaran daha çok iştirak ederlerdi. Öğleden sonraları sıcaklar iyice bastırınca öğle uykusuna yatar, kaylûle yapardı.

Hz. Peygamber (s.a.v.) zaman zaman ashabına ziyaretlerde bulunur, gündelik meşgalelerini deruhte eder, devlet başkanı olarak kamuyu ilgilendiren işlere bakar, nazil olan ayetleri vahiy kâtiplerine yazdırır, hemen yerine getirilmesi gereken emirler varsa, bunları bir münâdî vasıtasıyla halka duyurur ve gelen misafirlerle ilgilenirdi. Meselâ yoğun bir elçi ziyaretinin yaşandığı hicretin sekizinci yılından itibaren günün bir bölümü gelen elçileri karşılama, ağırlama, soru ve isteklerine cevap verme ve uğurlama ile geçmekteydi.

Allah Resûlü, biriyle görüşeceği zaman daima önce selam verir ve tokalaşırdı. Birinin elini tutunca, o kişi elini kendiliğinden çekmediği sürece onun elini bırakmazdı. Eğer biri eğilerek kulağına bir şeyler söylerse o kişi ağzını, kulağından çekinceye kadar onun tarafına yüzünü çevirmezdi. Bir toplantıda otururken dizleri hiçbir zaman yanında oturanlardan daha önde olmazdı. Hastaları ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, teselli ederdi. Ölmeden önce hastanın yanına gider, onun bağışlanması için dua eder, son nefesine kadar yanında kalırdı.

Hz. Peygamber (s.a.v.), başkasının sözünü keserek konuşmazdı. Hoşuna gitmeyen sözü duymazlıktan gelir ve geçiştirirdi. Vaktinin önemli bir kısmı Mescid-i Nebevî'de geçerdi. Sohbet ve toplantıları genellikle burada yapar, sahabeyle görüşüp sorularını cevaplandırır, öğüt isteyenlere öğüt verirdi. Allah Resûlü bazen mescidin küçük avlusunda otururdu. Önemli duyurularda herkesi mescitte toplar, ganimet mallarını dağıtır, göndereceği heyetleri, askerî birlikleri, tayin edeceği kumandanları, valileri, zekât memurlarını, dini öğretecek muallimleri belirler, yabancı heyetleri kabul eder ve ağırlardı. Bu toplantılara gelenler için herhangi bir engel yoktu. Bütün bu sadelik ve tevazuya rağmen Peygamber Mescidi'ndeki toplantılar, ciddiyet, vakar, nebevi adap ve ahlâkın tesirleriyle dolu olurdu.

İkindi namazına, Kur'ân'ın işareti ile (Bakara, 2/238) adeta ayrı bir değer veren Efendimiz (s.a.v.), Hz. Bilâl'in yanık sesiyle ashabını camiye davet ederdi. Hemen her ikindi namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hal ve hatırlarını sorar, ihtiyaçlarını tespit eder ve onlarla sohbet ederdi (Müslim, Radâ’ 46).

Efendimiz (s.a.v.), akşam vakti girince Cenâb-ı Hakk’a hamd etmeyi, O'nu tesbih etmeyi, büyüklüğünü bir kez daha haykırmayı iştiyakla arzu ederdi. Hatta çoğu zaman güneşin batmasından önce akşam namazını beklemeye başlar, ezan okunur okunmaz hemen Yüce Divan'a dururdu. Farz namazdan sonra "Evvâbin" namazını kılar ve ashabına da kılmalarını tavsiye ederdi.

Hz. Peygamber (s.a.v.), imtihan için verilen dünya hayatının bütünüyle sona erdiğinin bir göstergesi gibi olan yatsı vaktinde namazı kıldırır ve önemli bir durum olmazsa, pek kimseyle konuşmadan hâne-i saadetlerine gider, dinlenmeye çekilirdi.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in aile yuvası, hem sağlığında, hem de ahirete intikal ettikten sonra ibadet hayatının ve ilmî faaliyetlerin hiç duraksamadan devam ettiği bir ortam olmuştur. Efendimiz'in hanımları da, O’nun vefatından sonra bu ilim faaliyetini daha geniş bir halkaya açarak devam ettirmişledir. İslâm dininin özellikle kadınlarla ilgili bazı özel hükümleri başta olmak üzere pek çok hükmünün öğrenilip aktarılmasında ve öğretilmesinde Efendimiz'in aile hayatının büyük fonksiyonu olmuştur. Hâne-i saadetteki sohbetler, adeta bir mektep gibi işlemiş ve başta Hz. Aişe validemiz olmak üzere, örnek insanların ve alimlerin yetişmesine kaynaklık etmiştir. Bu sohbetlerde farklı çevre, kültür ve karaktere sahip olan ev halkı arasında ciddi bir muhabbet oluşuyor, bazen latifeler yapılıyor, böylece mutlu bir ailede olması gereken ortam sağlanmış oluyordu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ölüme benzettiği uykuya dalmadan önce kardan beyaz dişlerini temizleyip abdestini tazelerdi. Günlük hesap defterini hasenatla kapatırken, son ibadetlerini yapar, hakiki dost olan ve her şeye gücü yeten Allah'a tam bir tevekkülle sığınırdı. Yatağa girmeden önce yavaşça sağ yanına uzanır, mis kokulu avucuna gül yanağını koyar ve bazı dualar okurdu. Bazen basit bir döşek üzerinde, bazen bir deri üzerinde, bazen hasır üzerinde, bazen de çıplak toprak üzerinde uyuduğu olurdu.

O'nun hayatında duanın çok önemli bir yeri vardı. Günün her saatine dağılan duaları hakkında özel kitaplar bile yazılmıştır. Hz. Aişe validemiz, O'nun yatmadan önce yaptığı dua ve uygulamayı şu şekilde anlatmaktadır: "Allah Resûlü her gece yatağına girdiğinde, iki elini birleştirir, onlara üfler, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini okur, sonra da başından başlayarak, vücudunda ulaşabildiği her yere elini sürer ve bunu üç defa tekrar ederdi" (Buhârî, Fedâilu’l-Kur'ân 14, Tirmizî, Duâ 21). Bazı günlerde, Zümer, Hadîd, Haşr, Saf, Tegâbün ve Cuma gibi sûreleri okuduğu olurdu. Kimi zaman da kısaca "Allah'ım! Senin adınla ölür, senin adınla dirilirim" anlamında "Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ" der (Buhârî, Daavât 7, 8), sonra bu dualar eşliğinde uykuya dalardı.

Efendimiz (s.a.v.), yukarıda bir nebze değinildiği gibi, günün son dilimi olan gecelerini de ibadetle geçirmekteydi. Hz. Aişe validemizin naklettiğine göre: "Peygamber Efendimiz (s.a.v.), gece ayakları şişene kadar namaz kılardı. Kendisine, ‘Ey Allah'ın Resûlü! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır (Fetih, 48/2). Buna rağmen ibadet konusunda niye kendini bu kadar zorluyorsun?’ denilince, ‘Ben Allah'ın bu mağfiretine karşı şükreden bir kul olmayayım mı?’ cevabını verirdi" (Buhârî, Teheccüd 6; Müslim, Münâfıkîn 78-79; Tirmizî, Salât 187).

Tâbiînin büyüklerinden Atâ b. Ebî Rebâh bir gün Hz. Aişe'ye, "Allah Resûlü'nün sizi hayrette bırakan bir halini bize anlatır mısınız?" diye istekte bulununca, Hz. Aişe "O'nun hangi hali hayrette bırakmıyordu ki?" dedi ve ekledi: "Bir gece odama geldi. Yatağıma girdi. Sonra ‘Müsaade edersen Rabb'ime kulluk edeyim...’ dedi. Kalktı, abdestini yeniledi ve namaza durdu. Kıyamda öyle ağladı ki, gözyaşları göğsüne damlıyordu. Rükû'a varınca orada da uzun uzun ağladı. Secdede bu hal devam etti. Ağlaması, sabah namazı için haber vermeye gelen Hz. Bilâl'in seslenmesine kadar sürdü. ‘Yâ Resûlallah!’ dedim, ‘Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affettiği halde niçin bu kadar ağlıyorsun?’ Şöyle dedi: ‘Şükreden bir kul olmayayım mı? Hem nasıl ağlamayayım ki, bu gece Allah bana şu âyetleri inzal buyurdu...’ Sonra, ‘Şu âyetleri (Âl-i İmrân, 3/190-194 arası) okuyup da uzun uzun tefekkür etmeyenin vay haline!' buyurdu" (İbn Hibbân'ın Sahîh'inden naklen, Leknevî, İkâmetü'l-hucce, 112)

Alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Kâinatın Efendisi’nin günlük hayatı yukarıda olduğu gibi daha pek çok açıdan değişik yönleriyle de ele alınabilir. Ancak hangi şekilde ele alınırsa alınsın, her yönüyle bütün insanlığa ışık olacak örnek bir hayatla karşılaşılacaktır. Günlük hayatın adeta kâbusa dönüştüğü, stres ve bunalımlarla dolu bu çağda, Efendimiz'in günlük hayatını tetkik eden, kendisine dersler çıkaran, oradan soluklanan ve o nurlu hayatla neşvünema bulanlardan olmayı Cenâb-ı Mevlâ'dan niyaz ederiz.

Kaynak;Yrd. Doç. Dr. Adnan Memduhoğlu-(Oş Devlet Üniversitesi Araşan İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Bişkek/Kırgızistan)
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder