Hz Mevlana'nın Yedi
Öğüdü;
1. Cömertlik ve Yardım Etmede Akarsu
Gibi Ol
Burada ele alacağımız, Mevlana"nın
yedi öğüdünden ilki cömertlik ile ilgili olandır. Cömertlik sözlükte; “Para ve
malını esirgemeden veren, eli açık, selek, semih, ahi,
bonkör” olarak tarif
edilmektedir.
Cömertlik insanın, sahip olduğu imkânlardan, muhtaçlara meşrû ölçüler dahilinde, ve
Allah rızasından başka hiç bir gaye gütmeden, ihsan ve yardımda bulunmasını
sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır. Tüm kutsal dinlerde emredilen sabır,
fedakarlık, cömertlik gibi duygular hayatın acı ve ızdırablarını hafifleten,
yaşam gücünü besleyen motive edici güçler olarak kişiyi psikolojik olarak
koruyabilmektir ve bireyde
mesuliyet duygusunu geliştirerek şahsiyet bütünlüğü sağlanmasına yol
açmaktadır.
Cömertlik Kur"an ve
Peygamber tarafından övüldüğü gibi pek çok düşünce insanı tarafından da taktir
edilen bir davranıştır. İslam dini zekat ibadeti ile insanın manevi dünya ile
irtibatını kesen ve onu en çok gaflete düşüren önemli faktörlerden birisi olan
mal-biriktirme sevdasını disipline ederek, inanan insanın Kutsal ile kesintisiz
irtibatını sağlamış olur.
Cömertlik duygusu insanları,
muhtaç olanlara vermeye, ihsanda bulunmaya sevkeder. Bu duyguya sahip olan kişi,
hem bireysel anlamda gerçek mutluluğa ulaşır hem de toplumsal alanda lüzumlu
olan her konuda ihtiyaç sahiplerine yardım edebilme hasletine sahip olur.
Aşağıdaki gerçek yaşamdan alınmış anektot bunun açık bir şekilde ortaya
koymaktadır:
“Özel okulda okuyan
bir öğrenci mutsuzluktan şikayet ediyordu. Mutlu değil misin? Hiç mutlu olduğun
bir anın yok mu? Veya mutlu olmak için ne yapıyorsun? diye sorulduğunda, mutlu
olmak için, canım sıkıldığında bazen gider bir simit alır ve o simidi sokak
çocukları diye ifade edilen çocuklarla paylaşır, onlarla sohbet ederim. Ve o
zaman çok mutlu olurum. Bir başka dünya, bir başka ruh haline bürünürüm, dedi.”
İşte mutluluk vermektir. Verirsen mutlu olursun. Karşı tarafa tebessüm
verirseniz, güler yüz verirseniz, iyi niyet verirseniz, yüreğinizden gelen
sevgiyi verirseniz onlar da size verecek ve mutlu olacaksınız
Cömertliğin zıttı cimrilik tutum
içgüdüsünün bir bozulmasıdır ve sözlükte; “Elindeki parayı
harcamaya kıyamayan, bitli, eli sıkı, ekti, hasis, kısmık, kibritçi, mıhsıçtı,
nekes, pinti, sıkı, varyemez.” şeklinde tarif edilmektedir.
Cömertliğin zıttına cimrilik istenmeyen bir kişilik özelliğidir ve Kur"an, Hadis
ve pek çok düşünce insanı tarafından yerilen bir davranıştır.
Laurance Bold"un dediği gibi; Para
bize yaşamımızdaki bazı şeyleri daha dolu olarak değerlendirecek zamanı
verebilir. Ancak bunu yapmak için gereken saf ruhu ve merakı vermez. Para, bize
yeteneklerimizi geliştirecek zamanı verebilir ancak bunu yapacak cesareti ve
disiplini veremez. Para bize ilişkilerimizi geliştirecek ve beslemek için zaman
verebilir; ancak bunu yapmak için gerekli sevgi ve özeni veremez. Para bizi
kolaylıkla bıkkın, korkak, bencil ve yalnız biri haline getirebilir. Kısacası
para kendisini ne için istediğimize ve onunla ne yapacağımıza bağlı olarak bize,
özgürleşmemizde yada köleleşmemizde yardım edebilir. Bu açıdan Harge"in şu sözü
manidardır: “Zenginlik, kendisine sahip olana ya hizmet eder ya da
hükmeder.”
Ünlü psikolog Alfred Adler ise, cimrilik
konusunda şöyle der: “Hasetle yakın bir akrabalığı bulunan, çokluk buna bağlı
olarak görülen bir karakter özelliği de cimriliktir. Cimrilik deyince yalnız
para toplayıp biriktirmekten oluşan dar anlamda bir cimriliği değil, genel
anlamda bir cimriliği anlıyoruz. Böyle bir cimriliğin de başlıca dışavurum
biçimi, cimri kimsenin başka birini sevindirmeye bir türlü yanaşmaması, yani
tümüyle topluma ya da toplumun bireylerine karşı yakınlık göstermekte cimriliğe
kaçması, çevresine bir duvar örerek kendisine ait sözde o değerli hazineleri
güven altına almak istemesidir. Buradan da cimriliğin, bir yandan aç gözlülük ve
kendini beğenmişlik, öte yandan da hasetle yakından ilişkili olduğu kolaylıkla
görülür. Bütün bu saydığımız karakter özelliklerinin bir insanda aynı zamanda
var olacağını söylersek, pek aşırılığa kaçmış sayılmayız. Dolayısıyla, ilgili
özelliklerden birini bir insanda saptayan kimse aynı insanda sözü geçen karakter
özelliklerinin de varlığını ileri sürüyorsa, bunu asla bir kehanet gibi
karşılamamak gerekir.”
Cömertlik ferdin kendisiyle barışık
olmasını, kendisine güven duymasını ve topluma güven telkin ettiği için
hoşgörülürken, cimrilik hem ferde hem de topluma pek çok zararı dokunduğu,
kişinin kendisine ve topluma olan güvenini zedelediği için bu şekilde çeşitli
kültürlerde yerilmiş, hatta çeşitli roman ve tiyatrolara konu
olmuştur.
Olumsuz bir kişilik özelliği olan
cimrilik aslında kişinin topluma karşı
duyduğu güvensizliğin bir yansımasıdır. Kişi başına bir hal geldiğinde kimsenin
kendisine yardım etmeyeceğini, kendisinin tek dostunun yine kendisi olduğuna
inanarak parasına kıyamamakta ve onu biriktirmektedir.
Herhangi bir biçimde ödüllendirilme
beklentisi (belki iyi bir şey yapmış olmanın verdiği duygu dışında) olmaksızın
bir başkasına yardım etmek olan özgeci davranış (yardım etme) da
evrensel değer ilkelerinden biridir. Dayanışma, yaşamın bütünlüğünden
kaynaklanır. Hiçbir öğe kendi başına yalıtılmış bir varoluş gösteremez. Yaşamın
her öğesi anlamını diğer öğelerle kurmuş olduğu ilişkiden alır. Bu ilişkileri
umursamamak, görmemezlikten gelmek yaşamı tıkar. Birey kendisini ailesinden,
çalışmış olduğu işyerinden, ulusundan ayrı ve bağımsız olarak değerlendirip
böyle bir anlayış içinde yaşamını sürdürdüğünde, onun yaşamında bir çok
yüzeysellikler, anlamsızlıklar ve aksaklıklar olacaktır. Böyle bir kişi sürekli
suyun akıntısına ters yüzmeye çalışan birinin yaşadığı zorlukları
yaşayacaktır.
2. Şefkat ve Merhamette Güneş Gibi
Ol
Mevlana"nın bir diğer öğüdü ise şefkat ve
merhametli olmaktır.
Birçok psikolog şefkat itkisinin,
bebeklerin doğdukları andan itibaren kucağa alınmaya karşılık vermeleri ve
başkalarını okşama yetisini kazanır kazanmaz sevgisini dile getirmeleri
nedeniyle, doğuştan geldiğini kabul etmektedir. Soğuk ve mekanik davranışa maruz
kalan çocuklar genellikle mutsuzluk, hatta acı çekme belirtileri gösterirler.
Son zamanda yapılan araştırmalarda sarılacak bir annesi veya anneye benzer
yumuşak bir anne ikamesi (yapay anne) bulamayan maymun yavrularında ağır
depresyon belirtileri gözlenmiştir. Ayrıca sevgi yetersizliği ile
büyüyen çocuk aşağılık duygusuna sahip olur. Kendine güveni olmaz. Başkalarının
yönlendirmesiyle hareket eder. Arkadaşlarının ve çevresindeki kişilerin
sevgisini kazanabilmek için suç da olsa her davranışı yapmaya hazırdır.
İçedönüklük ve saldırganlık gibi olumsuz davranışlar
gösterir.
Şefkat ve merhamet, insanlara karşı
sevgi beslemekten geçer, sevgi ise Mevlana düşüncesinin
merkezidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi
Mevlana" nın sevgisi evrenseldir, ırk, din, dil ayrımı yapmadan tüm insanları
kapsar. Mevlana"nın sevgisi, O"ndan yüzyıllar sonra Dr. Masumi Toyotome"de
ifadesini bulan “Her Şeye Rağmen” rağmen sevgisidir.
Mevlana"nın düşüncesinin hala
güncelliğini koruyor olmasının bir sebebi de, boyutları gezegenler ötesine
ulaşan bir insanlık sevgisi ortaya koymuş olmasıdır.
Toplumda sevgi tek başına yeterli
değildir. Sevginin yanında insanlar birbirine saygı da göstermelidir. İnsanlar
birbirlerini severse her zaman diğerlerine yardım etmek ister. Bu sayede birinin
bir sıkıntısı olduğu zaman bütün toplum o kişiye yardım eder. O kişinin acısını
paylaşır ve sıkıntısını azaltır.
Saygı ve sevginin bir arada bulunduğu
toplumlar uzun ömürlü olur ve hiçbir zaman kargaşa içine düşmez. O toplumda
saygı ve sevgi ne zaman kaybolur ise o zaman o toplum çöker.
Saygıyı ve sevgiyi insanlar çocuk
yaşta öğrenir. Büyüdükçe de geliştirir bu yüzden çocukların eğitimi ailede
başlar. Ailede bir çocuğa insanlara karşı sevgi duyması öğretildiyse bu çocuk
hayatı boyunca insanlara sevgiyle ve saygılı davranır. Fakat ailede çocuğa iyi
bir eğitim verilmediyse bu çocuk hiçbir zaman insanlara sevgi duyamaz. Ayrıca
çocuk annesinden, babasından yakın ve uzak çevresinden ilgi ve sevgi bekler.
Beklentisine karşılık bulursa onlara duyduğu güven artar, bulamazsa
azalır.
Gerek günümüz psikologları gerekse
Mevlana insanın mutlu olabilmesi için sevgi dolu mutlu bir ortamda yetişmesini
öngörmektedir. Nitekim aile içinde sevgi gören
bir çocuk topluma da sevgi verir. Toplumda sevgi insanlar arasında barışı
sağlar. İnsanlar birbirlerine sevgi ve saygı duyarsa birbirlerinin hakkını da
gözetir. Bu da insanların birbirleriyle uyum içinde yaşamasını sağlar. O toplum
gelişir ve ilerler. Diğer toplumlarda daha üstün bir durum kazanır.
Ayrıca sevgi önem vermeyi
gerektirir. Biz karşımızdakine önem verirsek,
karşımızdaki de bize önem verir.
Geçenlerde e-postama gelen ve hoşuma giden
aşağıdaki öyküyü sizinle paylaşmak istiyorum.
“Bir gün kapı çalınmış, evin hanımı kapıyı
açtığında ve ak saçlı, ak sakallı 3 adamı karşısında görmüş. Adamlardan birisi
evin beyinin içerde olup olmadığını sormuş. Kadın olmadığını söyleyince, onlar
da evin erkeği yoksa biz eve giremeyiz demişler ve akşamın olmasını beklemişler.
Akşam olduğunda kadın kapıyı açmış ve onları içeri davet etmiş. Onlardan birisi
kadına; "Eşine söyle bizim birimiz sevgi, birimiz başarı, diğerimiz ise
zenginliğiz. Bizden birini seçin, o içeri girsin" demiş. Kadın da durumu eşine
anlatmış. Eşi başarıyı alalım, kadın ise zenginliği alalım demiş, o esnada
onları dinleyen küçük kızları ise neden sevgiyi almıyoruz, sevgiyi alalım demiş
ve onu almaya karar vermişler. Kadın kapıyı açıp sevgiyi içeri davet etmiş,
sevgi içeri yönelirken peşinden başarı ve zenginlik de eve yönelmişler. Kadın
ben sadece sevgiyi çağırmıştım demiş. Bunun üzerine içlerinden birisi eğer,
başarı yada zenginliği isteseydiniz sadece istediğiniz girecekti. Fakat siz
sevgiyi istediniz ve sevginin olduğu yerde başarı ve zenginlik de mutlaka
bulunur demiş.”
3. Başkalarının Kusurlarını Örtmede
Gece Gibi Ol
Mevlana"nın çağlar ötesinden günümüze
ulaşan çok değerli öğütlerinden bir diğeri de başkalarının kusurlarını
araştırmamaktır. Başkalarının kusurlarını araştıran, kendisini başkalarına
odaklayan kimse kendi hata ve kusurlarını göremez.
Kusurların örtülmesi çeşitli açılardan
olmaktadır. Bize bir kötülük yapmış olan insanın bu kötü davranışı karşısında
ona karşı iyi davranmak suretiyle onun bu kusurunu örtmek şeklinde olabileceği
gibi, bir kişinin yanlışını ifşa ederek onu toplum içinde küçük düşürmekten
sakınmak şeklinde de olmaktadır.
Gerçekte bize haksızlık etmiş, yanlış
yapmış, bizi üzmüş, ezmiş ve bir insanı affetmek, onun hata ve kusurlarını
görmemezlikten gelmek insana çok ağır gelen bir meziyettir. Ama güzel huyların
en asaletli olanlarından biridir. Çünkü iyilikle, kötülük bir olmaz. Kötülüğü
iyilikle karşılayacağız ki, aramızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost
olsun.
Lincoln"e: “Düşmanlarına niçin bu
kadar iyilikte bulunuyor, elinde güç ve imkan varken onları yok etmiyorsun?”
dediklerinde, “Ben onlara iyi davranarak, onlarla güzel geçinerek zaten onları
yok etmiş olmuyor muyum?” der.
İnsanların kusurlarını yüzlerine
vurduğumuz zaman, kendilerini savunmaya geçecekleri için onların hatalarını
görmelerini de engellemiş oluruz. Fakat bize karşı göstermiş olduğu kötülük
karşısında, iyilikle karşılık verdiğimizde Lincoln"in de ifade ettiği gibi onun
bu kötü davranışını fark etmesine ve kendisini düzeltmesine daha çok katkı
sağlamış ve böylece hem kendisine hem de başkalarına zarar vermesini önlemiş
oluruz.
Kusur örtmenin bir başka türü ise,
başkalarının yanında ifade edildiğinde rahatsız olacağı bir yönünü gizleyerek o
kişiyi toplum içinde mahcup etmemek şeklinde olabilir. Herkesin zaafları, hoş
olmayan yönleri olabilir. Fakat bazı kimseler kendilerini bırakıp, başkalarının
kusurlarını, zaaflarını, eksiklerini araştırıp onların dedikodusunu yapmayı
adeta kendilerine meslek edinmişlerdir.
Dedikodu, gerçek olup olmadığı bilinmeden
başkalarına kara çalmak, insanları kötülemek, kınamak, suçlamak amacıyla yapılan
konuşmalar olup, sözlü saldırının günlük yaşantıda yer alan en etkin ve yaygın
biçimidir.
Ev toplantılarında kadınların,
komşuların, işyerinde çalışanların birbirlerini çekiştirmesi, kendilerince kötü
yönlerini döküp sayması dedikodunun toplumsal yaşantıdaki yerini
gösterir.
Başkalarının kusurlarını ortaya
koymanın bir başka nedeni de bir kimsenin iyi durumda olmasını istememek olan
kıskançlıktır. Kişi bir özelliğinden dolayı
kıskandığı diğer kişinin eksik ve kusurlarını ortaya koyarak adeta ondan intikam
almak istemektedir.
4. Hiddet Ve Asabiyette Ölü Gibi
Ol
Mevlana"nın bu tebliğimizde ele
alacağımız bir diğer önemli öğüdü ise öfkemize hakim olmamızla ilgilidir. Öfkeyi
ihtiyaçlarımız veya arzularımız engellendiğinde, incinme, tehdit vb durumlarda
gösterdiğimiz kızgınlık veya saldırganlık olarak tanımlayabiliriz. İnsan öfke
ile yapılacak işin yarar yerine zarar getireceğini düşünerek öfkelenmemeğe
kendisini alıştırmalıdır.
Dr. Akil Muhtar Özden, İlim Bakımından
Ahlâk isimli eserinde hiddetle ilgili olarak şunları söylemektedir:
“İnsanlar için hiddeti, geçici bir
delilik gibi telakki ederlerdi. Kızgın insan kendine sahip olmaz. Düşünce
kabiliyeti bozulur. Söz söylemek güçleşir. Bütün ahlâki hisler ve terbiye
kaideleri karanlıkta kalır. Bir çok fizyolojik değişiklikler olur. Çok defa yüz
kızarıyor, gözler parlıyor, kan basıncı çoğalıyor. Hiddet edenler hareketlerinin
kontrolünü kaybederler. Manasız şeyler yaparlar. Tabii halde iken akıllarından
geçmeyecek kadar fena sözleri söyler, kavga
edebilirler.
Kızgınlıkla yapılan hareketler ve işler
umumiyetle muzırdır. Hiddete galebe çalmayı bilmeli, çabuk geçirmeli, her halde
ona tabi olarak her hangi bir şey yapmaktan çekinmelidir.
Hiddet getiren hadiseler
muhteliftir. İnsanları, maddi yaralardan
ziyade, izzetinefislerine dokunan hareket, istihza gibi muameleler
hiddetlendirir.
İslâm hekimleri hiddet getiren sebepleri
iyi tetkik etmişlerdir. Bunların bir kısmı hiddet edenin şahsına aittir. Kendini
çok beğenmek, kendinde olmayan kemalle iftihare alışmak, küçük sebeplerden
dolayı kavgayı itiyat edinmek, sık hiddetlenmeyi mucip olur. Başkalarından gelen
hiddetlenme, sebepleri arasında da istihza, yoksuz tenkit, zulum ve gadir, kibir
azamet, birini aciz gördüğünü hissettirme, bazı eşyayı başkalarından kıskanma,
zem, iftira etme, haksız hareketlerde bulunmayı zikrederler.
Hiddetin başka başka şekilleri vardır. Bir
nev"i karşısındakine tecavüze sevketmez, çabuk geçer. Diğeri az çok devamlı
olur, kin uyandırır. Üçüncü bir nev"i hemen mücadeleye sevkeder.
Hiddetin neticeleri arasında, felç, kalp
krizleri, kanamalar, hazım bozuklukları, hastalıklara karşı vücudun
mukavemetinin azalması gibi, uzvi mazaratlar vardır. Hiddetlenme, kin adavet ve
intikam hisleri doğurur. Dostların muhabbetlerini azaltır, görenlerin
istihzalarını celbeder ve nihayet insanda nedamet ve elem gibi ızdıraplar
bırakır.
İnsan kendi hiddetini yenmeye
çalışır ve bunu itiyat haline getirebilir ise, bir çok beyhude küçüklüklerden,
elemlerden kaçınabilir. Her halde hiddetin emrettiği hiçbir hareketi
yapmamalıdır. Evolüsyon insanları hiddete galebeye doğru sevkediyor. Bazı
iptidai kavimlerde bile bu galebe kabiliyetini büyümüş görüyoruz. Dr. Boas"ın,
Kolombia yerlileri hakkında yazdığı şu sözler bunun bir misalidir. Bu yerliler
hiddet ederler ise hemen yere oturur veya yatarlarmış. Böylece uzun zaman bir
şey söylemeden ve hiç bir şey yemeden kalırlarmış. Kalkdıkları zaman rakiplerine
karşı bu suretle üstünlük gösterdiklerinden büyük bir sevinç
duyarmış.
Hiddeti yenmeğe alışmak katiyetle
lazımdır. İzzeti nefse ilgili yüksek hisleri kuvvetlendirmek suretiyle bu
yapılabilir. Hakaret gören, faziletini çoğaltarak benliğini memnun etmeyi
öğrenmelidir. Haksız tenkitlere ehemmiyet vermek manasızdır. Bunlara daha
mükemmel iş görmek, daha iyi bir eser meydana getirmekle cevap vermek büyüklük
olur. Her bakımdan güzel, her cihetten faydalı olan bu kemali, bir ülkü gibi
takip edenler muvaffak olur. İyi bir terbiye, doğru düşünme, bu zihni kazancı
kolaylaştırır. İnsan her bir hissini mukabil hissi kuvvetlendirerek alt
edebiliyor.”
İnsanın hiddet ve asabiyetini yenmesi ve
sabır göstermesi Peygamber efendimiz tarafından da tavsiye edilmiş bir
davranıştır. Mevlana"da yaşama sanatı “sabırla” başlar. Sabır, dayanabilmek,
güçlüklere dayanabilmek sanatıdır.
Bir gün bir adam gelmiş:
“Oğlumu evlendirmek istiyorum. Nasıl bir
kız alsam?” diye sormuş.
Mevlana: “Fakir bir adamın kızını al.”
diye öğüt vermiş.
Bir gün de bir adam gelmiş:
“Kızımı evlendirmek istiyorum. Nasıl bir
damat seçmeliyim?” diye sormuş: Ona da Mevlana:
“Fakir bir adamın oğlunu tercih et.” diye
cevap vermiş.
Bu fakirlik, nice bir fakirliktir? Nice
bir fakirliktir ki Peygamberimiz: “Fakirlik benim iftiharımdır” diye
buyurmuşlardı. Bu fakirlikten sorulunca, Peygamberimiz: “Bu fakirlik, sabırdır.”
demişti.
Asabiyet karşısında sabretmek ayrıca
kişiyi “affetmeye” yöneltir ki bu da yaşam sanatının bir başka
becerisidir ve mutluluğun anahtarlarından
biridir.
5. Tevazu Ve Alçak Gönüllülükte
Toprak Gibi Ol
“Tevazu, makam, servet, şöhret gibi gelip
geçici şeylere gereğinden fazla önem vermemek, bunları yararlanma, insanlara
hizmet ve yardım etmek için ir vasıta saymaktır.
Mütevazi insan, hayatın türlü aşamalarını
düşünerek kendi acizliğini unutmaz. Bütün hareketlerinde aklını kullanır. Basit
duygularına esir olmaz. Sık sık kendini kontrol ederek hatalarını bulmaya ve
bunları düzeltmeğe çalışır.
İnsandaki benlik duygusu irade ve aklın
kontrolünden kurtularak azgınlaşırsa büyüklük hastalığı başlar. Fakat bu duygu
gelişmez de şahsiyeti tamamen öldürülürse o zaman da aşağılık duygusu baş
gösterir. Aşağılık duygusuna kapılan kimsede irade zayıflar, korkak, beceriksiz
ve çekingen olur. Tevazu bir bakıma aşağılık duygusuna benzerse de ondan çok
farklıdır. Tevazuda irade ve akıl vardır. Mütevazi insan düşünerek ve şuuruyla,
bencil arzularını, isteklerini yener, kendinden bir takım meziyetler ve
üstünlükler hayal etmez.
Ancak tevazuun da bir sınırı vardır.
Tevazuu miskinlik, uyuşukluk derecesine indirmek de hatadır. Mütevazi olmak
demek hakaretlere katlanmak, haysiyet ve şereften yoksun olmak değildir. İnsan
mütevazi olmakla beraber, vakar ve şahsiyetini korumasını da
bilmelidir.”
Mevlana"ya göre büyüklenmemek,
gururlanmamak, kibri bir tarafa bırakıp alçak gönüllü olmak, gönül kırmamak,
edepli olmanın birer işaretidir ve tüm irfan sahiplerine göre her şey ancak edep
ile güzelleşir, düzenlenir.
Hz. Mevlana"yı görmek için Konya"ya gelen
büyük bir papaz maiyeti ile yolda giderken ona rast geliyor. Hürmet ederek
huzurunda eğiliyor. Mevlana da aynı hürmetle mukabele ediyor. Papaz, her başını
kaldırdığı zaman, Mevlana"yı aynı ihtiram vaziyetinde görüyor. Nihayet bu tevazu
karşısında hayran kalıp Müslüman oluyor. Mevlana eve döndüğü zaman oğlu Sultan
Veled"e şöyle diyor:
“Bir papaz, tevazu faziletini
elimizden almak, o yolda bize galip gelmek istedi. Allah"a şükür biz onu mağlup
ettik. Çünkü tevazu ve hilim Müslümanların şiarıdır.”
6. Hoşgörülülükte Deniz Gibi
Ol
Mevlana"nın yedi öğüdünden altıncısı
hoşgörülü olmakla ilgilidir.
Hoşgörü, insanı, insanlığı anlamak,
bilmek, saygı duymaktır. İnsanların birbirinden farklı duygu, düşünce, davranış,
tutum, eylem biçimleri olduğunu kabul etmektir.
Çağımızda hoşgörüye her zamankinden
daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü dünyamızda bir taraftan kültürel değişim
ve küreselleşme hareketi yaşanırken, diğer taraftan da milliyetçilik,
radikalizm, şiddet ve yabancılara karşı ayrımcılık ve nefret duyguları
yaşanmakta ve tecrübe edilmektedir Bu sebeple çağdaş bir insanda
gelişmesi gereken en değerli yeteneklerden biris hoşgörü
alışkanlığıdır.
Ruhbilim açısından hoşgörü, insanın
kendisini başkalarının yerine koyması, onu anlamaya çalışması demek olan duygu
sezgisiyle kazanılır. Önümüzdeki yıllarda bütün dünya ülkeleri ve ülkemiz, insan
haklarının egemen olduğu, bireysel özgürlük ve toplumsal sorumluluk sınırlarının
belirlendiği ekonomik, siyasal, kültürel bütünleşme arayışını sürdürecektir.
Düşünce, karar verme gibi soyut kavramlardan, günlük uygulamaya kadar, anlayış
ve Mevlana"dan bize miras kalan fakat şu anda varlığını neredeyse unutmuş
olduğumuz hoşgörü gerçekleşmesi zorunlu bir kavram, çağdaş, geçerli, güncel bir
ilişki, iletişim biçimi olacaktır.
Hoşgörülü olmak ailede
kazandırılması gereken bir haslettir. Fakat çocuklar yaptıkları ufak tefek
hatalardan dolayı bile çoğu kez cezalandırılırlar. Bağışlanmayan çocuklar ise
ileride yetişkin olduklarında “bağışlayamayan” ve “hoşgörüsüz” insanlar olurlar.
İnsanlarla iletişimlerinde katı olurlar ve bunun rahatsızlığını iç dünyalarında
bir ömür boyu çekerler. Oysa nefret, kin tutma, bağışlayamama ve katılık,
duygusal bir tükenmedir. Yıkıcıdır, insanın kendi kendini bozguna uğratan
duygulardır. Çocukları bilemediğinden, istemeden yaptıkları konusunda
bağışlamayan bir tutum izlemek, onları kendilerine karşı katı olmalarını ve
kendileriyle barışık olmamalarını körükler. Bu sebeple onların
davranışlarına göre onları şımartmayacak bir biçimde bir hoşgörü yaklaşımı
sergilemek gerekir.
Mevlana"nın hoşgörüsü sevgi
anlayışının bir uzantısı olarak dil, din ve ırk farkı gözetmeyen bir
hoşgörüdür. Çünkü O yaşamın, insanlığın
olmazsa olmazı olarak gördüğü hoşgörünün, her insanda bulunması gerektiğine
inanmaktadır. Bu niteliği tüm dinlere, inançlara, düşüncelere, görüşlere de açık
tutar. Çünkü Mevlana"ya göre ilk yaratılan aşktır. Her yaratık bir aşk kıvılcımı
taşımaktadır ve bütün varlıklar yüceler yücesi olan Tanrı"ya doğru bir vuslat
özlemi içindedir. Hoşgörüyü “Yüceltilmiş Davranış”ın
vazgeçilmezi sayar. Çünkü hoşgörü, özellikle de Mevlana hoşgörüsü içinde; insana
saygı vardır, sevgi vardır, aşk vardır. Yoksa insandaki bu nitelik oluşamaz.
Öteden beri olgun sanılan insanlarda bile
kendini ve kendi düşüncelerini beğenmek, kendisininkinden başkalarını düşünce ve
inançlarına hiç olmazsa şüphe ve küçümseme ile bakmak adeti vardır.
Etrafındakilere gerçekten değer veren insanlar da pek azdır. Çocuğun
bencilliğinden başlayarak yetişkin insanların kendilerini beğenmişliklerine ve
gururlarına kadar bin bir şekil alan bu huy, tarihin birçok kanlı olaylarına
sebep olduğu gibi, büyük uygarlık eserlerinin de doğmasına hizmet etmiştir.
Birinci olaylar, affedememek, dayanamamak, kıskanmak, kavrayamamak, gibi ruhun
pek zayıf ve küçük düşmüş olmasının sonucu olan hoşgörmezliğin (taassup)
ürünüdür; ikincisi, yani uygarlık eserleri, kendine güvenmek, bilgisine emin
olmak, insanlığı sevmek gibi bir ruh yüceliğinin ürünüdür. İkisi de bencillik
gibi görünen bu hallerden birincisi, dar kafalı ve körelmiş, kıskanç, bu yüzden
de ilerleyeni göremeyen manevi körlüklerin sonucudur; ikincisi ise, geniş ve
sınırsız bir zekanın aydın ve üstün tutkuların eseridir. Bu itibarla birincisi
kısır olduğu kadar da geri, ikincisi ise, verimliliği kadar da ileri bir
karakterdir. Hangi türden olursa olsun, uygarlığı ve insan mutluluğunu ikinci
ruhlara borçluyuz. Zira bunlar bağışlamasını bilir, karşısındakini dinlemek
irade ve inancına maliktir; kendi düşüncelerini başkalarınınki ile mukayese
edebilir ve bencilliğinden hiç olmazsa, karşısındakilerin fark edemeyecekleri
bir manevra ile vazgeçebilir. Doğruyu ve iyiyi, tereddütsüzce benimser, beğenir,
hiç olmazsa onları dinlemek ve suçlandırmamak büyüklüğünü gösterir. Vaktiyle
Voltaire bir yazısında, “Senin fikirlerini beğenmiyorum, fakat onları savunmana
engel olacak kimselerle ölesiye savaşmaya hazırım.” demiştir ki bu hoşgörünün
pek yüce ve asil bir ifadesidir.
Yine Voltaire"nin şu ifadeleri
oldukça manidardır; “Ey Tanrım! İnsanlar artık birbirlerinin kardeşi olduklarını
hatırlayabilsinler ve barışçı bir emek ve endüstrinin verimlerini zorla çalmak
isteyen eşkiyalığa karşı nasıl nefret ediyorlarsa, ruhlar üzerine istibdat
yapmaktan da öyle dehşet duysunlar! Eğer savaşlardan çekinmek imkanı yoksa, hiç
olmazsa barış için iken birbirimizden tiksinmeyelim, birbirimizi
parçalamayalım!”
Kaynağını Kur"an ve Hz. Peygamber"in
uygulamalarından alan Mevlana"nın hoşgörüsünü en güzel ifade eden
ve adeta hoşgörünün sembolü haline gelmiş olan şu beyiti burada zikretmeden
geçemeyeceğim:
Gel yine gel, her ne olursan ol yine
gel
Eğer kafir, Mecusi veya Putperest isen
yine gel.
Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı
değildir
Yüz defa tövbeni bozmuş olsan yine
gel.
7. Ya Olduğun Gibi Görün, Ya
Göründüğün Gibi Ol
Mevlana"nın burada ele alacağımız son
öğüdü olduğun gibi görünmektir.
Genel anlamıyla kişinin
başkalarından ayrı bir insan olarak kendi sosyal kimliğinin farkında olması
psikolojide öz-bilinç kavramıyla ifade edilmektedir Psikolojik anlamda
sağlıklı insanlar ne olduklarının ve ne olmadıklarının farkındadırlar.
Mevlana"nın burada ifade etmek istediği
husus insanın özüyle, sözüyle bir olması, yanar döner, bir öyle bir böyle
davranmamasıdır. Mevlana"nın yaşadığı dönemde, yönetici konumundaki insanların
etraflarında onlara gerçek yüzlerini göstermeden dalkavukluk yapan insanlar
olduğu gibi, Mevlana"nın kendi çevresinde de O"na başka türlü etrafa başka türlü
davranan insanlar olmuştur ve O bu durumun hoş olmadığını bu veciz sözleriyle
ifade etmişlerdir.
Tarihin her döneminde, dünyanın her
tarafında birçok insanların alışkın olduğu, birçoğunun hoşlandığı dalkavukluk
belki diğer bazı insancıl kusurlar gibi suç eğilimli bir davranış değildir,
fakat bazı hallerde zararlar yaratabilen bir karakter bozukluğudur. Dalkavukluk
açık yürekliliğin ve samimiliğin tamamıyla tersi olan bir davranıştır. Samimilik
kendine olduğu kadar başkalarını da aldatmamak, medeni cesurlukla konuşmak,
doğru bildiği şeyi sakınmadan söyleyebilmektir.
Dalkavukluk çoğu kez bir aşağılık
duygusunun, kişiliklerini kabul ettirme zorunluluğunun baskısı altında olarak
ancak başkasının koltuğu ve korunması altında yaşamak ihtiyacından ortaya
çıkabilmektedir.
Özellikle evlilik öncesi tarafların
birbirlerini olduklarından daha olumlu kişilermiş gibi göstermeleri, olumsuz
yönlerini gizleyerek hep olumlu yönlerini ortaya çıkarmaları yaşanan bir
realitedir. Bu ise daha sonra mutsuz evliliklerin yaşanmasına sebep vermektedir.
Çünkü taraflar birbirlerine karşı ne oldukları gibi davranmış, ne de
davrandıkları gibi olabilmektedirler.
Olduğu gibi davranmayan insanlar çevreleri
tarafından, bu yapmacık tavırlarından dolayı güvensiz kişiler olarak görülür ve
kendilerine ona göre tavır alınır. Çevreden dışlandığını hisseden bu kişiler ise
mutsuzluğa ve yalnızlığa mahkum olurlar.
SONUÇ;
Mevlana"nın burada saymış olduğumuz yedi
öğüdü hemen hemen herkesin bildiği fakat farkına varamadığı hususlardır. Yani
herkes cömertliğin, merhametin, vs. iyi bir şey olduğunu, başkalarının
kusurlarını araştırmanın, hiddetin de insana zararı dokunan özellikler olduğunu
bilir ama çoğu zaman bir kişilik özelliği olarak bunları içselleştirmeyi
başaramaz. Bu durum sigaranın pek çok kanser türünde büyük bir rolü olduğunun
bilinmesine rağmen başta sağlık personeli olmak üzere hala pek çok kişi
tarafından içiliyor olması gibidir.
Yedi öğütte ortaya konan hususlarla
Mevlana, mesnevi ve diğer eserlerinde ortaya koymaya çalıştığı ideal insan
modelinin bir parçasını sunmaktadır. Onun niyet-aksiyon perspektifinden yani
ahlak felsefesi açısından ele aldığı ideal insan modeli, Kur"an"ın ideal insan
yani salih insan modeliyle örtüşmektedir.
Mevlana dünya malına, servete,
soya-sopa itibar etmemiş, insanları sabırlı, devlet adamlarını adaletli ve
merhametli olmaya davet etmiştir. Mevlana insanların hem aklına, hem
de gönlüne hitap etmiştir. Böylece insanın sevgi pınarı harekete geçer, beşeri
ilişkilerinde daha hassas ve ulvi duygularla hareket eder, sosyal dayanışma
tesis edilir.
Yaşadığımız yüzyılda başta stres ve
çevre kirliliği olmak üzere pek çok olumsuzluk insanlığı tehdit etmektedir.
Dışarıdan etki yapan bu tür baskılar ise bağışıklık sistemimizi olumsuz yönde
etkilemektedir. Bağışıklık sistemimizin bozulması ile geliştiği düşünülen
hastalıkların birkaçı şunlardır: gastrit, ülser, kolit gibi psikosomatik
hastalıklar, tansiyon yüksekliği, bazı kalp, akciğer hastalıkları ve
tümörlerdir. Bu tip hastalıkların doğmasına yardımcı olan etkenler ise: üzüntü,
güvensizlik, inançsızlık, şüphecilik, gurur, kibir, ego, ilgisizlik, sevgisizlik
vb.dir ki bunlar da Mevlana"nın mesnevisinde dikkat çektiği hususlardır.
Mevlana"nın gösterdiği şekilde dünyaya niçin geldiğini aramasını bilen,
cehaletten kurtulmuş, sevgiyi tanımış, kendi içi ile barışmış, iç dünyasına önem
vererek onu eğitmeye niyetlenmiş kişi ve bu kişilerden oluşmuş toplumlar daha
huzurlu ve bu nedenle daha sağlıklı olacaklardır.
Tasavvuf insanı sıkıntıda hissettiği an,
huzura kavuşturan haldir, şifamız kendi içimize bakabilişimizdedir diyerek bugün
psikiyatride gerek hastalığın önlenmesi, gerek tedavisinde amaçlanan kişi ve
kişiler arası ilişkiyi iyileştirme çabalarında: kine-nefrete, tükenmişliğe yol
açmayı önlemeyi, akıl bozukluğu olan hezeyanların-depresyonun gelişebileceği
ortamı önlemeyi, ve ruhi bütünlüğü sağlayıcı yolları tarif etmektedir. Mevlana,
hayatta olup bitenler, günlük stresler karşısında insanın dayanamayıp, fizik ve
ruhsal hastalıklara yakalanmasının, tasavvuf metodu ile önlenebileceğini ifade
etmektedir.
Esasen bütün dinler, felsefe ve ahlak
sistemleri insanın maddi değil ruhi yönünü ele alıp, “insanı mutlu kılmak”
ister. Görülüyor ki Mevlana insan ruhuna büyük önem vererek, akıl sağlığında
koruyucu reçete yazıyor. Hem de ızdıraplı yatan hastanın hekiminden beklediğini
yaparak, çocuk–kadın-yaşlı-suçlu ayırt etmeden herkese sevgi ile muamele etmeyi
öğretiyor.
Fert ve toplum düzeninde anahtar rolü
oynayan insan sevgisinden bahseden Mevlana:
“ne ben benim, ne sen sensin, ne sen
bensin, bensiz…
hem ben benim, hem sen sensin, hem
sen bensin…” diyerek iyi ilişkilerin fert ve toplum açısından önemini
belirtmekte ve en ideal ruh hekimi gibi insan sevgisini hatırlatarak, “Biz
kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz hiçbir eksiği olmayan Allah"tan gelir…”
ifadesiyle “halkı” ve “Hakkı” bir tuttuğunu belirtiyor.
Aslında fert ve toplum açısından değerini
ortaya koymaya çalıştığımız Mevlana"nın yedi öğüdüyle ilgili söylenecek o kadar
çok şey var ki… Fakat tebliğlerde sayfa sınırlaması olduğu için biz burada
söylemek istediklerimizin pek çoğunu söyleyemeden bu kadarıyla tebliğimizi
sınırlandırmak zorunda kaldık. Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür
ederim.
ÖZET
Hz. Mevlana"nın çağlar ötesinden günümüze
ulaşan önemli miraslarından biri de yedi öğüdüdür. Mevlana bu öğütlerinde ferdi
ve toplumsal ahlakımız ve mutluluğumuz açısından önemli olan, cömertlik ve
yardımlaşmayı, şefkatli ve merhametli olmayı, başkalarının kusurlarını örtmeyi,
hiddet ve asabiyette galebe çalmayı, tevazu ve alçak gönüllülüğü, hoşgörülü
olmayı ve, ya olduğumuz gibi görünmemizi, ya da göründüğümüz gibi olmamızı
öğütlemektedir.
Mevlana"nın felsefesinin temeli sevgiye
dayanmaktadır. O yüzyıllardır hoşgörünün simgesi haline gelmiştir. Mevlana
düşüncesini besleyen bir diğer önemli kaynak ise Kur"an ve Hz. Peygamber"in
örnek ahlâkıdır.
Netice itibariyle asırlar sonra bile tüm
dünyadan, farklı din ve kültürlerden insanların ilgilerini hala çekmeyi başaran
Mevlana"nın insan sevgisi temelli düşüncesi bizlere İslam"ın gerçek yorumunu
sunmaktadır. Özellikle son zamanlarda “Terör” ile birlikte anılmaya başlayan ve
dar çevrelerde kabul gören “İslam” telakkilerinin, Kur"an ve Sünnet"ten ne kadar
uzak bir yaklaşım tarzı olduğunun en güzel kanıtı işte Mevlana"nın çağlar
ötesinden gelen sevgi felsefesidir.
Kaynak;http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=873
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder