21 Aralık 2012 Cuma

İmam-ı A’zam Ebu Hanife hazretleri`nin Takvası ve menkıbeleri



İmam-ı A’zam Ebu Hanife hazretleri`nin Takvası ve menkıbeleri;

İmam-ı A’zamın babası Sabit hazretleri
Şemseddin-i Sivasi’nin Menakıh-i İmam-ı A’zam isimli eserinde şöyle yazılıdır:

İmam-ı A’zamın babası Sabit (rahmetullahi aleyh) küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi idi. Yüzü gayet nurlu olup züh­dü, salahı ve ilmi pek çok idi.

Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Şimdiye kadar böyle bir hal görmediği için tükrükteki kanın bu elma­dan ileri geldiğini tahmin etti. Yediğine pişman oldu. Elmanın sahibini bulup helallaşmak için dereboyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zatın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demiyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi an­lattı, ya parasını almasını veya helal etmesini istedi. Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğ­renmek için şöyle dedi:

- Yediğin elmam için ne vereceksin?

- Altın gümüş neyim olsa veririm.

- Ben altın gümüş istemem ama, eğer kı­yamette senden davacı olmamı istemezsen bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir.

- Teklifin nedir?

- Yapacaksan söyliyeyim…

- Şeriata uygunsa yapabilirim.

- Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeğe razı olursan o zaman elmayı sana helal edebili­rim.

Sabit hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti. Düğün hazırlığı yapıldı. Sabit hazretlerinin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu. Hemen kayınpederine koşup, (efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok, tam tersi!) Kayınpederi tebessüm ederek, (evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allahü teâlâ mübarek ve mesut etsin.)

İşte bu evlilikten, yani böyle ana babadan İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri dünyaya geldi.

Onu hazret-i Ebu Bekire benzetirlerdi;


İmam-ı A’zam ticaret yapardı. Onun kanaatkarlığı, cömertliği, emanete riayeti ve takvası ticaret muamelelerinde de daima kendini göstermiştir. Tacirler ona hayret ederler ve ticarette onu hazret-i Ebu Bekire benzetirlerdi. Ticareti ortakları ile beraber yapar ve her yıl kazancının dört bin dirhemden fazlasını fakirlere dağıtır, âlimlerin, muhaddislerin, talebelerinin bütün ihtiyaçlarını karşılar ve ayrıca onlara para dağıtarak, tevazu ile şöyle buyururdu: “Bunları ihtiyacınız olan yere sarf edin ve Allaha hamd edin. Çünkü verdiğim bu mal hakikatte benim değildir, sizin nasibiniz olarak Allahü teâlânın ihsan ve kereminden benim elimden size gönderdiğidir.” Böylece ilim ehlini, maddi bakımdan başkalarına minnettar bırakmaz, rahat çalışmalarını temin ederdi. Kendi evine de bol harcar, evine harcettiği kadar da fakirlere sadaka verirdi. Zenginlere de hediyeler verirdi. Her Cuma günü anasının, babasının ruhu için fakirlere ayrıca yirmi altın dağıtırdı. Meclisine devam edenlerden birinin elbisesini çok eski gördü. İnsanlar dağılıncaya kadar oturmasını söyledi. Kalabalık dağılınca o kimseye; “Şu seccadenin altındakileri al, kendine güzel bir elbise yaptır.” buyurdu. Orada bin akçe vardı.

Buyurdu ki :

Kırk seneden fazla oluyor ki, dört bin akçeye malikim. Bundan fazla param olunca, dağıtırım. Daha fazla para bulundurmayışımın sebebi, Hazret-i Ali’nin şu sözüdür: (Dört bin ve ondan aşağı akçe nafakadır.) Eğer halife ve valilere müracaat etmek ve onlardan bir şey istemek korkusu olmasa, bir akçe bile yanımda bulundurmaz­dım.

İmam-ı A’zam bir gün yolda giderken onu gören bir adam, yüzünü ondan saklayıp başka bir yola saptı. Hemen o adamı çağırıp; “Neden yolunu değiştirdin?” diye sordu. Adam cevabında; “Size on bin akçe borcum var. Uzun zaman oldu ödeyemedim ve çok sıkıldım, utandım.” dedi. İmam-ı A’zam; “Sübhanallah, ben o parayı sana hediye etmiştim. Beni görüp sıkıldığın ve utandığın için hakkını helal et!” dedi.

Bir defasında ortağına, sattığı mallar içinde kusurlu bir elbise olduğunu söyleyip, bunu satarken özrünü göstermesini tenbih etti. Fakat ortağı bu elbiseyi satarken elbisenin kusurunu söylemeyi unuttu. Satın alan kimseyi de tanımıyordu. İmam-ı A’zam bunu öğrenince o mallardan alınan doksan bin akçeyi sadaka olarak dağıttı.

Müşteri fakir veya ahbabından olursa onlardan kar almaz, malı aldığı fiyata verirdi. Bir defasında ihtiyar bir kadın gelip, ben fakirim, bana şu elbiseyi maliyeti fiyatına sat, dedi. Dört dirhem ver, onu al, deyince, bu elbisenin maliyetinin daha fazla olduğunu tahmin eden kadın; “Ben, ihtiyar bir kadıncağızım. Yoksa benimle böyle alay mı ediyorsun?” dedi. “Hayır, bunda alay yok.” deyip elbiseyi ihtiyar kadına dört dirheme verdi.

Bir malı satın alırken de, satarken de insanların hakkına riayet ederdi. Birisi ona satmak üzere bir elbise getirdi. Fiyatını sordu. O da yüz akçe istediğini söyleyince, İmam-ı A’zam bunun değeri yüz akçeden daha fazladır, dedi. Satan kişi yüzer yüzer arttırarak dört yüze çıktı. Hayır daha fazla eder, deyip, bu işten anlayan bir tüccar çağırarak, fiyat takdir ettirdi ve o elbiseyi beş yüz akçeye satın aldı.

Hizmetimdeki kusurumu bu anlayışıma bağışla!
İmam-ı A’zam, kırk sene yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldı. Elli beş defa hac yaptı, son haccında Ka’be-i muazzama içine girip burada iki rekat namaz kıldı. Namazda bütün Kur’an-ı kerimi okudu. Sonra ağlayarak; “Ya Rabbi! Sana layık ibadet yapamadım. Fakat senin akıl ile anlaşılmayacağını iyi anladım. Hizmetimdeki kusurumu bu anlayışıma bağışla!” diyerek dua etti. O anda bir ses işitildi ki: “Ey Ebu Hanife sen beni iyi tanıdın ve bana güzel hizmet ettin! Seni ve kıyamete kadar senin mezhebinde olup, yolunda gidenleri af ve mağfiret ettim.” buyruldu.

Yedi sene koyun eti yemedi!

Kufe şehrinin köylerini haydutlar basıp koyunları çalmışlardı. İmam-ı A’zam bu çalınan koyunlar şehre getirilip satılır düşüncesiyle, “koyunun en fazla yedi sene yaşadığını” bildiği için, yedi sene koyun eti yemedi. Geceleri namaz kılar, ağlamasını ve inlemesini yakınları işitirdi. Esed bin Amr der ki: “Ebu Hanife’nin ağlamasını geceleri komşular duyar ve ona acırlardı.”

Allahü teâlâ dinini onunla kuvvetlendirir, ihya eder

İmam-ı A’zam, bir gece rüyasında Peygamberimizin kabrini açmış, mübarek bedenine sıkıca sarılmıştı. Uyanınca bu fevkalade rüyasını Tabiinin büyüklerinden İbn-i Sirin’e gidip anlattı. İbn-i Sirin; “Bu rüyanın sahibi sen değilsin, bunun sahibi Ebu Hanife olsa gerek.” dedi. “Ebu Hanife benim!” deyince, İbn-i Sirin; “Sırtını aç göreyim.” dedi. Sırtını açınca iki omuzu arasında bir “ben” gördü ve; “Sen o kimsesin ki, Peygamberimiz senin hakkında; (Benim ümmetim içinde, iki omuzu arasında bir “ben” bulunan biri gelir. Allahü teâlâ dinini onunla kuvvetlendirir, ihya eder.) buyurdu.” dedi.

Âlimlerin kanı zehirlidir!

İmam-ı A’zam talebeleri arasında bulunduğu bir sırada vücudunu bir akrep soktu ve yere düştü. Talebeleri bu akrebi öldürmek isteyince; “Onu öldürmeyiniz, kendimi onunla tecrübe etmek istiyorum, bakalım haklarında hadis-i şerifte, “Âlimlerin kanı zehirlidir.” buyrulan âlimlere dahil miyim?”dedi. Talebeleri akrebe baktılar, kıvrandı, büzüldü ve hemen öldü.

Sabah ezanına kadar
Bir gece yatsı namazını cemaatle kılıp çıkarken, bir ayağı kapının dışında, bir ayağı daha mesciddeyken bir konu üzerinde talebesi Züfer ile sabah ezanına kadar konuşup diğer ayağını çıkarmadan sabah namazını kılmak için tekrar mescide girmiştir.

Allahü teâlâyı nasıl inkâr edersin!
Allahü teâlâyı inkâr eden bir dehriye (ateiste, dinsize) İmam-ı A’zam şöyle demiştir: “Sana birisi, ben kasırgalı bir havada, dalgaları çok şiddetli olan bir deniz üzerinde, içinde kaptanı ve mürettebatı olmayan, fakat kendiliğinden deniz üzerinde doğru istikamete giden bir gemi gördüm dese, acaba bu kimsenin söylediği şeye, doğru, diyebilir misin?” Dehri; “Hayır, bunu akıl ve mantık kabul etmez, bu asla mümkün değil! Onu bir sevk eden olması lazımdır.” deyince, İmam-ı A’zam; “O halde bu muazzam kainatın ve onda cereyan eden mükemmel hadiselerin yaratanı olan Allahü teâlâyı nasıl inkâr edersin?” dedi. Dehri, bir şey söyleyemedi ve düşüp bayıldı.

Annemin emrine muhalefet etmem
İmam-ı A’zam hazretleri, oğlu Hammad’la beraber teravih için Ömer bin Zerr’in mescidine giderlerdi. Bu gittikleri mesafe 3 mil (yaklaşık 6 km) idi. Bir defasında İmam-ı A’zamın annesi, bir meseleyi öğrenmek istedi ve oğluna dedi ki, “Git bu meseleyi Ömer bin Zerr’e sor!” İmam-ı A’zam hazretleri gidip bu meseleyi Ömer bin Zerr’e sordu. Ömer; “Sen bu meseleyi benden daha iyi bilirsin.” deyince, İmam-ı A’zam; “Ben annemin emrine muhalefet etmem.” dedi. Ömer bin Zerr; “Bu meselenin cevabı nedir?” diye sordu. İmam-ı A’zam meselenin cevabını söyleyince, Ömer bin Zerr de; “Öyle ise git, annene böyle söylediğimi bildir.” dedi.

O, burada tereyağı, fıstık, badem ezmesi yemesini öğreniyor
Ali bin Ca’de, Ebu Yusuf’un şöyle dediğini nakleder:

Babam öldüğü zaman ben küçüktüm. Annem sanat öğrenmem için beni bir terzinin yanına verdi. Ben terziyi bırakıp İmam-ı A’zam’ın ilim meclisine devam ettim. Uzun bir zaman geçmişti. Annem hocama gelip; “Bu çocuğun senden başka üstadı yok mudur? Ona kendim bakıyorum, o bir yetimdir.” dedi. Hocam buyurdu ki: “Sen onu kendi haline bırak! O, burada tereyağı, fıstık, badem ezmesi yemesini öğreniyor.” Bunun üzerine annem dönüp gitti. Ben ise daima hocamın yanında bulunur, hizmetinden ve meclisinden ayrılmazdım. Böylece Allahü teâlâ bana ilimden çok şeyler nasip eyledi. Daha sonra bana kadılık vazifesi verdiler. Bir gün Abbasi halifesi Harun Reşid ile sofrada oturuyordum. Sofraya tereyağı, fıstık ve badem ezmesi getirdiler. Harun Reşid bana; “Bundan ye, her zaman bize böyle yemek vermezler.” dedi. Ben güldüm. “Niçin gülüyorsun?” dedi. Ben de İmam-ı A’zamla ilgili olan o hadiseyi anlattım. Harun Reşid bunun üzerine; “Gerçekten ilim insanı yükseltir. İnsanların baş gözüyle göremediklerini o kalp gözüyle görürdü.” dedi ve hocama rahmetle dua etti.

Komşumuzun sesi kulağımıza gelmez oldu
Komşusu bir genç vardı, her gece içki içer, eve sarhoş gelir, bağırır çağırırdı. Bir gün zaptiyeler onu yakalayıp hapse attılar. Ertesi gün İmam-ı A’zam, “Komşumuzun sesi kulağımıza gelmez oldu.” deyince, bir talebesi onun hapse atıldığını söyledi. Bunun üzerine İmam-ı A’zam valiye gitti. Vali, onu görünce ayağa kalkıp hürmetle karşıladı. “Buraya teşrifinizin sebebi nedir?” dedi. O da hadiseyi anlatınca, vali: “Böyle ehemmiyetsiz bir iş için zat-ı aliniz buraya kadar niçin zahmet ettiniz, bir haber gönderseydiniz kafiydi.” dedi ve o genci serbest bıraktı. İmam-ı A’zam o gence; “Bak biz seni unutmuyoruz.” diyerek ona bir kese de akçe (para) verdi, “Bununla ihtiyaçlarını karşılarsın” buyurdu. Bunun üzerine o genç, yaptığı kötü işlerden tövbe edip, İmam-ı A’zamın derslerine devam etmeye başladı ve fıkıh ilminde âlim olarak yetişti.

Fetva vermeye kalkan bu kadarını nasıl bilmez!

Daha ilmini tamamlamamış talebelerinden birisi, kendinde bir salahiyet görüp bir meclis kurdu. Fıkıh öğretmeğe baş­ladı. Bu haber Hazreti İmama gidince huzurundakilerden birisine bunun meclisi­ne gidip ona şöyle söylemesini emretti:

“(Bir kimse elbisesini temizleyiciye verse, birkaç gün sonra gelip elbisesini istese temiz­leyici inkâr etse, daha sonra tekrar gelip elbi­sesini istese temizleyici de elbisesini temiz ola­rak ona verse ücret alabilir mi?” Eğer alır der­se hata ettin dersin. Ücret almaz derse yine hata ettin dersin.)

Bu zat meseleyi gidip o talebeye anlatıp soruyu sordu:

- Temizleyicinin ücret almağa hakkı var mı?

- Evet ücret alır.

- Hata ettin, öyle değildir.

- Hayır ücret alamaz.

- Yine hata ettin, öyle değildir.

Bunun üzerine, fetva vermeye kalkışan o talebe, Hazret-i İmamın huzuruna gitti. Hazret-i İmam onun gel­diğini görünce şöyle konuşmaya başladı :

- Seni buraya elbiseyi temizleme meselesi mi gönderdi?

- Evet…

- Sübhanallah, insanlara fetva vermeye kal­kan ve Allahü teâlânın dininde söz söylemek için kendisine meclis kuran kimse ücret bah­sinden bu kadarını nasıl bilmez?

- Bunun cevabı nasıldır?

- Eğer temizleyici elbiseyi gaspettikten sonra temizlediyse ücret verilmez. Çünkü ken­disi için temizlemiş demektir. Yok gaspetmeden önce temizlemişse ücret vermesi lazımdır. Çünkü onu sahibi için temizlemiştir.

Üç gümüş karışsa, ikisi kaybolsa
Abdulah İbni Mübarek Hazret-i İmama sordu :

- Bir kimsenin iki gümüşü, başka biri­nin bir gümüşü ile karışsa, sonra ikisini kaybetse, hangileri olduğunu da bilmese ne yap­ması lazımdır?

- Kalan bir gümüş üçe taksim edilir. Üç­te biri bir gümüşü olanın, üçte ikisi de iki gü­müşü olanındır.

Bize göre mi, size göre mi?

Bir rafizi Hazret-i İmama gelip şöyle bir soru sordu:

- İnsanların en kuvvetlisi kimdir?

- Bize göre Hazret-i Ali’dir, size göre ise Hazret-i Ebu Bekirdir.(Radıyallahü anhüma)

- Nasıl olur?

- Çünkü Hazret-i Ali hilafetin Ebu Bekr-i Sıddik’in hakkı olduğunu bildi, kabul edip ona teslim eyledi. Size göre ise Ebu Bekr-i Sıddik Hazret-i Ali’den hilafeti zorla aldı. Fa­kat Hazret-i Ali bir şey yapamadı.

Rafizi bu söz karşısında şaşırıp kaldı.

Eğer kıyas ederek söyleseydim
Hazret-i İmam, Hazret-i Ali’nin torunu Muhammed bin Hasen ile buluştu, aralarında şöy­le konuşma geçti:

- Ceddimin Hadis-i şeriflerine kıyas ile muhalefet eden zat sen misin?

- Bundan Allahü teâlâya sığınırım. Ced­diniz gibi size de hürmetimiz vardır.

Hazret-i İmam dizleri üzerine oturup sor­du :

- Erkek mi zayıftır, kadın mı?

- Kadın, daha zayıf yaradılışlıdır.

- Kadının hissesi ne kadardır?

- Erkeğin yarısı kadardır.

- Eğer kıyas ile söyleseydim bu hükmün tersini söylerdim. Namaz mı efdaldir oruç mu?

- Namaz efdaldir.

- Eğer kıyas ederek söyleseydim, hayzlı kadına ramazan orucunu değil namazını kaza etmesini emrederdim. Bevil mi (idrar) pistir, meni mi?

- Bevil daha necistir.

- Eğer kıyas ederek söyleseydim, meni çıktığı zaman değil, bevil çıktığı zaman gusül abdesti almayı emrederdim. Hadis-i şerifte olandan gayrisini söylemekten Allahü teâlâya sığınırım. Ben Peygamber aleyhisselamın söz­lerine kıymet veriyorum, onları açıklıyorum, başka bir şey yapmıyorum.

Bu konuşma üzerine Muhammed bin Ha­sen İmam-ı A’zamın kendisine yanlış tanıtıl­dığını anlayarak kalkıp Ebu Hanife’nin alnın­dan öptü.

İmam-ı A’zamın ilminin yüksekliği

Mütesettir bir kadın, bir meselesini hal­letmek için Hazret-i İmama geldi. İmam-ı Azam evinden çıkmış, atına binip ayaklarını üzengiye koyarken kadın sualini sordu. Hazret-i İmam bir an düşündükten sonra şöyle ce­vap verdi:

- Senin bu sualinin cevabı, Kur’an-ı Ke­rimde açıkça yoktur. Kur’an-ı Kerimi baştan sona kadar düşündüm, cevabını bulamadım. İstersen biraz bekle, hemen gelir, sana doğru cevabı veririm.

Bu menkıbe, İmam-ı A’zamın ilminin ne derece yüksek olduğunu göstermektedir. Bir anda Kur’an-ı Kerimin bütün ahkamının kal­binde hasıl olması şaşılacak bir meseledir.

Numan’ın kölesi

Büyüklerden birisi anlatır: Vasıt şehrinde faziletli bir zat vardı. İsmi Numan’ın kölesi idi. Bu zatı bulup isminin niçin böyle olduğu­nu sordum:

- Sen o yüksek imamın nasıl kölesi, azadlısı oldun?

- Annem öldüğü zaman, ben karnında idim. Yıkayıcılar, annemi yıkarlarken karnındaki çocuğun canlı olduğunu anlamışlar, durumu Hazreti İmama anlatmışlar, o da he­men karnını sol taraftan yarın, çocuğu çıka­rın demiş. Doktor, aynı yerden karnını yarıp beni çıkarmış. Bunun için onun azadlısıyım, ona daima dua ederim.

El yıkama bahanesiyle

Hazret-i İmama haset eden fakat görü­nüşte onu sevenlerden birisi, birgün nehrin kenarındaki bahçesinde Hazret-i İmama ve ta­lebelerine ziyafet hazırladı. Hazret-i İmam talebeleriyle birlikte gitti. O şahıs (buyurun, yemek yiyin) demişse de, Hazret-i İmam tale­belerine (Benim yaptığım gibi yapın) buyur­du. Yemekten önce el yıkama sünnetini ifa için nehre gidip ellerini yıkadı. Bütün talebe­si de böyle yaptı. Bu esnada bir kedi gelip Haz­ret-i İmamın tabağından yedi, hemen öldü. Hazret-i İmamın eshabı yemeğe zehir karıştı­rıldığını anladılar. Hiç birisi yemek yemeden dağıldılar.

Hazret-i İmam yemekte zehir olduğunu an­lamış, fakat açıkça söylemeyip el yıkama ba­hanesiyle oyalanma yolunu tutup kerametini setretmek (örtmek) istemişti. Böylece hem sünneti yerine getirdi, hem ölümden kurtul­du.

İnsan büyük günah işlemekle kâfir olmaz

İmam-ı Ebu Yusuf anlatır:

Ebu Hanifenin zamanında Harici mezhebinde olanlar çoktu. Harici mezhebinde olanlar, (bugünkü vehhabiler gibi) şöyle düşünürlerdi: (İnsan büyük günah işlemekle kâfir olur.) İslamiyette büyük tefrikaya sebep olan bu sözü Ebu Hanife hazretleri kabul etmez, bir kimsenin günah işlemekle dinden çıkmayacağını, sadece haram işlemiş olacağını, bunun ise azabı gerek­tireceğini, Ehl-i sünet vel cemaat mezhebinin böyle olduğunu bildirerek Haricilerin sözlerine karşı uyanık olunmasını emrederdi.

Hariciler, Hazret-i İmamın, Harici mezhe­binin bozuk olduğunu anlattığını duyunca galeyana geldiler. İçlerinden kırk tane eşkıya şöyle bir karar aldılar: (Ebu Hanife’ye gider, onunla konuşuruz, mezhebinden ve sözlerinden dönerse ne ala, dönmezse başını gövdesinden ayırırız.)

Biz Hazret-i İmamın kalbleri ihya eden sözlerini dinliyorduk. Kılıçları omuzlarında asılı bir sürü sapık izin almadan içeri girdi. Hazret-i İmamı öldürmek istiyorlardı. Dediler ki:

- Sana iki suâlimiz var, bize cevap ver. Bizim istediğimize uygun cevap verirsen kur­tulursun. Mezhebimize aykırı cevap verirsen kaçamazsın, seni burada öldürürüz.

Hazret-i imanı onların bu haline aldırmayıp buyurdu :

- İnsaf ile mi, yoksa isyan ve inat ile mi konuşacağız?

- Her işte insaflı olmak, doğru söze kar­şı kalblerin saf olması gerektir, dediler.

- O halde kılıçlarınızı kınlarına soku­nuz, böyle yalın kılıç durmanız insafla bağdaşmaz.

Gelenler yine inat ve isyanla konuştu­lar:

- Kılıçlar kınlarına girmez, kana boyanmak niyetiyle gelmiştir.

- Hasbünallah, soracaklarınızı sorun. Konuşalım.

- Bir kimse şarap içip sarhoş olarak öl­se, bir kadın da zina edip doğurduğu çocuğu öldürse, kendisi de nifas hali bitmeden ölse, bu iki facirin hallerinin ne olduğunu, namazlarının kılınıp kılınmayacağını bize anlat.

- Önce siz insafla şu sorularıma cevap verin. Onlar Yahudi, mecusi veya hıristiyan mıdır?

– Hiç birisi değildir.

- Ya hangi dindendir?

- La ilahe illallah Muhammedün resulullah derler, Peygamber aleyhisselamın Allahü teâlâdan getirdiklerini kabul ederlerdi, fakat bu büyük günaha duçar oldular.

- Onların hallerini ve hasletlerini saydı­nız. Bu üç şey iman mıdır, küfür müdür, in­safla konuşup doğrusunu da siz söyleyin.

- Bu üç haslet imandır.

- Evet dediğiniz gibidir. Şimdi söyleyin bakalım, bu hasletler imanın nesidir, yarısı mı, üçte biri mi veya hepsi midir?

- Bu üç şey imanın tamamıdır. İman ancak bunlara denir.

- Mademki imanlı olduklarına kendiniz şehadet ediyorsunuz, o halde onlardan ne is­tiyorsunuz?

Hariciler kendi sözleriyle böylece mağlup oldular, hepsi de kılıçlarını kınlarına koyup bozuk mezheplerini bırakıp ibadet etmeğe başladılar. Hazret-i İmama dediler ki:

- Kalbimizdeki zulmeti giderdin, bizi şad eyledin, irşad eyledin. Batıl yolumuzu bırak­tık, içimizdeki rezalet kirlerini temizledik, kurtuluş yolu olan Ehli sünnet vel cemaat mez­hebini kabul ettik.

Âlimlerin gıybeti ancak tövbe ile affedilir

Kendisiyle münazara edenlerden bazıları ona kötü sözlerde bulunurlardı. Bunlardan birisi ona dedi ki :

- Bid’at ehli ve zındık…

Hazret-i imam ona cevap verdi :

- Allahü teâlâ seni magfiret eylesin! Allhü teâlâ sözümde ihtilaf olmadığını ve O’nu tanıdığımdan beri O’na ortak koşmadığımı herkesten iyi bilir. Yalnız O’nun afvını ümit eder, yalnız O’nun azabından korkarım.

Azab kelimesini söyleyince kendini tutamadı, ağladı, gözyaşları birbiri ardınca akmağa başladı. O kimse dedi ki :

- Bana hakkını helal et! Buyurdu ki :

- Cahillerin söylediği söz helal edilir, amma ilim sahiplerinin söylediği söz, çok ağırdır, helal edilmesi zordur. Çünkü âlimlerin gıybeti, kendilerinden sonra tesir bırakır, çok fena ve devamlıdır, ancak tövbe ile affedilir.”

Fatihasız namaz olmaz!

İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin, (Cemaatle namaz kılarken, imama uyanlar, Fatiha ve zamm-ı sure okumaz) dediğini duyanlardan on kişi, Hazret-i imamın huzuruna gelip derler ki:
- İmamın okumasını kafi görüp, cemaate Kur’an okutmadığını işittik. Halbuki, Fatihasız namaz olmaz. Elimizde bunu isbat eden kuvvetli deliller vardır. Hakkın ortaya çıkması için tartışmaya geldik.
Hazret-i imam der ki:
-Ben bir kişi, siz on kişisiniz, hepinizle aynı anda nasıl tartışayım?
- Nasıl tartışmak istiyorsunuz?
- İçinizden en bilgili, âlim olanı seçin, onunla konuşayım. O, kendi ile birlikte hepinizin adına konuşsun.
- Teklifiniz uygun…
- O beni yenerse, hepiniz beni yenmiş olacaksınız, ben onu yenersem, hepiniz yenilmiş olacaksınız. Kabul mü?
- Peki kabul ettik.
- Tartışmayı ben kazandım.
- Nasıl olur, daha başlamadık bile…
- Siz, seçtiğiniz âlimin hepinizin adına konuşmasını kabul etmediniz mi?
- Evet…
- Ben de, sizin kabul ettiğinizi kabul ediyor, aynı şeyi söylüyorum. Herkesin tabi olduğu imam, kendi adına ve ona uyup, imam kabul edenler adına Kur’an-ı kerim okur, cemaat okumaz. Anlaşamadığımız bir nokta kaldı mı?
- Evet anlaştık.

Oğlumun öğrendiğini az görme!

Oğlu Hammad, Fatiha suresini sonuna kadar öğrenince, Ebu Hanife hocasına beş yüz akça hediye etti. (Başka bir rivayette bin gümüş hediye etti.)

Oğlunun hocası dedi ki:

- Ne yaptım ki bana bu kadar para gönderdi? Hazret-i İmam onun yanına gidip buyurdu ki:

- Sana az hediye ettiğim için özür dilerim. Oğlumun öğrendiğini az görme! Allahü teâlâya yemin ederim ki, yanımda bundan başka param olsaydı, Kur’an-ı kerime tazim için hepsini sana verirdim.

Dua ile anmaktan başka

Hazret-i İmama sordular :

- Alkame mi efdaldir, yoksa Esved mi?

- Onları dua ve istiğfar ile anmaktan başka hiç bir şeye kudretim yok ki, hangisinin büyük olduğunu nasıl söyleyeyim?

Hocasına saygısı

İmam-ı A’zam hazretleri buyurdu ki:

(Aramızda yedi sokak olmasına rağmen Üstadım Hammad’ın evine doğru ayaklarımı bir kere uzatmış değilim.)

Yine buyurdu ki:

(Üstadım Hammad vefat ettiğinden beri, her namazımda onun için, annem babam için, kendilerinden ilim öğrendiklerim için, kendilerine ilim öğrettiklerim için istiğfar ettim. Hiç bir namazda unutmuş değilim.)

Kaynak;http://yukarikayalar.wordpress.com/2012/12/20/imam-i-azam-ebu-hanife-hazretlerinin-takvasi-ve-menkibeleri/#more-9364

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder