17 Kasım 2012 Cumartesi

Habibullah Mazhar-ı Can-ı Canan (k.s.)/Altın Silsile

Uzunca boylu, gökçek yüzlü buğday benizli, siyah...
Habibullah Mazhar-ı Can-ı Canan (k.s.)
 
Uzunca boylu, gökçek yüzlü buğday benizli, siyah sakallı, mehabet ve cemal sahibiydi Yumuşak görünüşüne rağmen heybetliydi Hz Ali’nin oğlu Muhammed b Hanefiyye neslindendi Anaları ve ataları cihetinden cedleri hep veli, ya da veli tabiatlı kimselerdi Özellikle büyük annesinin yaratık-ların teşbihim işitecek bir manevi olgunluğa sahip olduğu rivayet edilirdi
 
Altın Silsile’nin yirmi sekizinci halkası da Hind diyarından Adı Mirza “Şemseddin’ ve “Habibullah’ lakaplarıyla anılırdı Belki de çok arzuladığı “şehidlik” sıfatıyla Rabbına kavuştuğu için “Mazhar-ı can-ı canan” diye meşhur olmuştu.
 
1113/1701 yılında doğdu Küçük yaşlarında Kur’an ve İslamî ilimler tahsil etti Şeyhi Nur Muhammad Bedayünî’nin (ö 1135/1722) vefatında yirmi iki yaşlarında olduğuna bakılırsa pek genç yaşta (onsekiz yaşları civarında) tasavvuf yoluna girdiği anlaşılmış olur Şeyhinin yanında sıkı bir riyazat ve mücahede île nefs eğitiminden geçtiği anlaşılmaktadır Genç yaşta şeyhinin vefatı üzerine çağdaşı bazı şeyhlerin hizmetine girdi, kendilerinden feyz aldı Muhammed Efdal, Hafız Sa’dullah ve Muhammed Abid Sem’ani onun feyz aldıkları arasındadır Yirmi yıl sureyle hizmet ettiği bu şeyhlerin vefatından sonra oturduğu irşad makamında otuz yıldan fazla kaldı
 
Kendisi şöyle anlatıyor:
 
“Velayetin ilk derecesiyle, velayet ilim ve varidatını şeyhim Seyyid Muhammed Nur’dan aldım Yedi hakikate ve daha bir takım hallere Muhammed Abid eliyle yedi sene içinde erdim Bu arada Kadiriyye, Çeştiyye ve Sühreverdiyye tarikatı halifeliği île şereflendirildim ”
 
Şeyh Mirza, zühdi yaşayışı severdi Bu yüzden hiçbir zenginden dünyalık kabul etmezdi Kendisi dünyadan elini, eteğini çektiği gibi, muridlerinin de öyle olmasını arzu ederdi Etrafında kendisine hizmet etmek isteyen zengin müridleri bulunduğu halde, kendisi için ne bir tekke, ne de bir ev yaptırmıştı
 
Altın silsilede yer alan şeyhlere çok düşkündü Gönülden bağlıydı Özellikle imam-ı Rabbanî’yi çok severdi “Bu yolda ne bulduysam büyükleri, şeyhleri sevmede buldum derdi
 
Tarikat ve tasavvufu, şeriatta ihtisas gibi görür, tarikata meyli “Hak sevgisinin ağır basması’ şeklinde yorumlardı Tarikatı sadece bir zikir vasıtası görmezdi Çünkü zikir, herkese emredilen bir konuydu Kalb gözünün açılması da zikri çok yapmakla ancak mümkün olurdu Zikirden gaye zikrin manasına ermekti Daha ilerisi güzel ahlak sahibi olmak Çünkü güzel ahlak, bu ışın kaymağı mesabesinde Bu yüzden sevgili Peygamberimiz “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta, Hüsnü’l hulk) buyurmuştur
 
Nefste Kemal Aranmaz
 
Nefsin yönelişlerine karşı dikkatli olmak konusunda şöyle söylerdi “Tasavvufta kemale eren kimse, hayır ve kemali kendi nefsine izafe etmez Bunların hepsi emanettir ve sahibi Allah’tır Fena haline ulaşan ve muşahedeye eren kaşı, kendini yok sayar Kendinde ve nefsinde hiçliği ve yokluğu yakalayan, yokluğu nefsini tahkir ederek ifade edebilir Eğer tasavvuf ehli, dışa bakar da, varlık yanım, emanet nurlarım gördükten sonra kendi yokluğunu gözden kaçıracak olursa o zaman iddiaya düşer ve yolunu şaşırır” derdi
 
Şehidlik Arzusu:
 
Ahir ömründe Hakk’ın kendisine olan in’am ve ihsanlarını şöyle sayardı “Artık gönlümde olmasını beklediğim bir şey kalmadı Hakk’ın sayısız nimetlerine nail oldum O beni hakiki müslü-manlık şerefine erdirdi ilimden yana nasıb verdi Hayırlı işler yapmada sadakat verdi Şeyhlik için tasarruf, keramet ve keşf bahşetti Bana nasıb olmayan zahirî anlamıyla şehidliktir Şehidlik, Hakk’a yakınlığı olan çok yüce bir makam Şeyhlerimizden çoğu şehadet şerbetini içerek göçtüler Ben ise çok acizim, cihada gücüm yetmez Bu yüzden bu ihtiyar halimde şehidliğe erme ihtimalim, görünür şartlara göre çok uzak “Allah Teala, sonunda onun çok arzuladığı bu şehidlik şerefini ayağına getirdi Duasını kabul buyurdu ve onu şehidler mertebesine ulaştırdı 7 Muharrem 1195 (2 Ocak 1781) yılında şeyhin kapışı çalındı Hizmetine bakan derviş kapıya baktı ve gelenlerin ziyaretçi olduğunu haber verdi Oysa ki bu ziyaretçiler Moğol mecusileriydi ve şeyhi öldürmeye gelmişlerdi.
 
İçlerinden biri sordu:
 
Şeyh Mirza sen misin? O da:
 
Evet, cevabını verince soruyu soran Moğol mecusisi hançerini çekti ve Hz Mirza’nın kalbine yakın bir yere sapladı Şeyhimiz o bıçak darbesiyle yere düştü Öldüğünü sanmışlardı Saldırganlar kaçıp uzaklaştılar Durumdan haberdar olan Bahaf Han, tedavi etmesi için doktor gönderdiyse de şeyh kabul etmedi “Eğer bu olayın faili bulunacak olursa ben ona hakkımı helal ediyorum” diye de haber gönderdi
 
Bu olaydan sonra üç gün yaşadı Her geçen gün zayıflıyor ve dermanı kesiliyordu Nihayet üçüncü günün sabahı yanındakilere ‘Onbir vakit namazım kaldı Vücudum kan revan içinde. Başımı kaldırmaya mecalim yok Gerçi fukaha, “başını kaldıramayacak kadar takatsiz olanın kaş ve göz imasıyla namaz kılması gerekmediğini” söylemiş, ama siz ne diyorsunuz?” diye sordu Yanındakiler
 
- Efendimiz, fıkhî hüküm açıktır, sizin durumunuz da ortada, dediler
 
Öğle vakti geçtikten sonra Fatiha suresini okumaya başladı Sureyi tamamlayınca “Günün bitmesine ne kadar kaldı?” diye sordu Belli ki acısı pek derindi, dayanılmaz haldeydi “Akşama dört saat var” denilince “Demek akşama daha çok var ” dedi Akşam vakti yaklaşırken temiz ruhu, yücelikler katına uçtu
 
Uzun ömürlü şeyhlerdendi. Dünyayla ilgisi olmadığı için ölümden endişe duymazdı. Derdi ki: “Ölümü sevmeyene şaşıyorum. Halbuki ölüm Allah’ın huzuruna çıkmaktır. Sevgili Peygambe-rimizin ziyaretine gitmektir. Allah dostlarına erişmektir. Değerli insanlarla buluşmaktır. Ben, din büyüklerinin ziyaretine özlem çekiyorum. Hz. Muhammed Mustafa’nın, Halilurrahman İbrahim (a.s)’ın yanma gitmeyi ne kadar istiyorum…”
 
Ölümünden sonra büyüklerden biri şöyle bir rüya gördü:
 
“Kur’an’ın yansı, semaya yükseltilmiş, dinde bir gevşeme ve duraklama meydana gelmiş.” Şeyh Mirza’nın yerine irşad makamına oturan Abdullah Dehlevî bu rüyayı şeyhin şu sözüyle yorumladı: “Bizden sonra bu tarikatın yüksek makamlarına çıkış duracak, bu tarikat ehli ne kadar yükselseler hal ehli olarak velayet makamına ulaşamayacaklar. ”
 
Elbetteki bu yorumlar, mutlak bir anlam ifade etmiyordu. Belki de Şeyh Mirza’nın vefatından sonraki belli bir fetret dönemini anlatıyordu. Nitekim Abdullah Dehlevi ve özellikle de onun halifesi Mevlana Halid Bağdadî zamanı, tarikatın en çok semereli yıllarıdır. Belki Nakşbendîliğin tarih boyunca en geliştiği ve büyük mürşidler yetiştirdiği yıllardır.
 
Bakışları tesirli, sözleri etkileyiciydi. Kendisine karşı küçümseyici bir tavır içinde küstahça laflar eden bir adama şöyle bir bakması yetmişti. Adamcağız yere yığılıp sudan çıkmış balık gibi çırpınmaya başlamışta. Nefesi daralan kişi, yaptığından pişman olarak: “Ne olur, Allah için suçumu bağışlayın” diye yalvarıyordu. Şeyh Mirza, bu sefer şefkatle elini uzatıp başını sıvazlayınca adam sakinleşti ve kendine geldi.
 
el-Hadaîku’1-verdiyye müellifinin verdiği bilgilere göre Şeyh Mirza Mazhar-ı Can-ı canan, elli kadar halife yetiştirmiştir. Müellif bunlardan yirmi kadarı hakkında kısa bilgiler vermektedir. Bunlar içinde en liyakatlisi yerini almaya hak kazanan Abdullah Dehlevî’dir.
 
Kaynak;ismailaga.org.tr
 
 

Abdullah Dehlevi (k.s.)/Altın Silsile

Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallı ve...
Abdullah Dehlevi (k.s.)
Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallı ve gökçek yüzlü idi. Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin soyundan, seyyid-neseb. Derviş ve müridlerini cezbeye getiren engin bir feyze sahibti. Varidat-ı ilahiyyeye nail bir veliyy-i kamildi. Semaa önem vermediği halde vecd ve coşkusu yüksek bir süfi idi.
 
Kısa Çizgilerle Hayatı
 
Altın silsilenin yirmi dokuzuncu halkası yine Hind diyarından. 1158/1745 yılında Pencap’ta (Betale) doğdu. Babası Şah Abdüllatif, Kadiri tarikatına bağlı. Oğlu doğmadan önce rüyasında Hz. Ali’yi gördü. Hz. Ali ona: “Oğluna Ali adını koymasını” söyledi. Bu yüzden oğlu doğduğunda babası ona “Ali” adını verdi. Ancak daha sonra kendisine “Gulam-ı Ali” denmeğe başlandı. “Gulam-ı Ali” Ali’nin hizmetçisi demekti. Daha sonra rüyasında Hz. Peygamber’in Dehlevi’ye bizzat “Abdullah” diye hitab etmesi sonucu “Abdullah Dehlevî” diye meşhur oldu.
 
Yetişmesi
 
Babasının ilim ve marifet erbabından bir zat olması sebebiyle küçük yaşından itibaren ilim muhitlerinde yetişti. Abdülaziz Deh’levi’den Sahih-i Buhari, diğer bazı alimlerden tefsir ve fıkıh okudu. Babasının ısrar ve delaletiyle Kadiri şeyhi Şah Nasıruddin Kadirî’ye intisab etmek üzere gittiğinde şeyhin vefat etmiş olması sebebiyle intisab edemedi.
 
Yirmi iki yaşına kadar Delhi’de bulunan muhtelif “Çiştiyye” tarikatı şeyhleriyle görüşüp tanıştı. Nihayet nasibinin Mirza Can-ı Canan olduğunu anlayarak onun dergahına kapılandı. Müceddidî şeyhi Mirza Can-ı Canan, “Burada tuzsuz taşı yalamaktan başka ne var ki…” diyerek onun bu konudaki ciddiyetini sınadı. Aldığı cevap:
 
Bizim de istediğimiz budur” şeklinde olunca dervişliğe kabul etti. Kendisi bunu şöyle anlatır:
 
Tefsir ve hadis ilimlerim tahsil ettikten sonra Habibullah Mazhar’ın hizmetine girdim. Mübarek eliyle bana bey’at verdi. Kadiri ve Nakşı tariklerim telkin etti. Onbeş yıl kadar onun hizmetinde bulundum. Zikir halkasında ve murakabede aradığım huzuru bulmuştum. Nihayet beni tarikat icazetiyle şereflendirdi.”
 
Şeyhlik Dönemi
 
Şeyhi Mirza Can-ı Canan şehid edilmesinden sonra irşad makamına oturdu. İlim ve irfanı; tarikattaki şeriat titizliği sayesinde kısa zamanda ünü her tarafa yayıldı. Dergahına uzaktan ve yakından binlerce kişi geliyordu. Anadolu, Şam, Irak, Hicaz, Horasan ve Mavaraünnehir ile ta Mağrip’ten gelenlerle tekkesi dolup taşıyordu. Gelenlerin bir kısmı şeyhin şöhretini duyarak, bir kısmı da alem-i manada kendilerine verilen işaret üzere buraya koşup geliyordu.
 
Abdullah Dehlevi, bağlılarına bir yandan seyr ü sülük ile tarikat eğitimi yaptırırken; diğer yandan onlara tefsir, hadis ve fıkıh gibi İslâmi ilimler okuturdu.Kuşeyrî Risalesi, Avarifü’l-maarif ve îmam-ı Rabbani’nin Mektübat’ı onun okuttuğu eserler arasında yer alır.
 
En büyük halifesi Mevlana Halid el-Bağdadî’dir. Ondan başka otuzu aşkın halife yetiştirmiş ve 1240/1824′te Delhi’deki dergahında vefat etmiştir.
 
Ahlakî Özellikleri
 
Abdullah Dehlevi, cömerdlik ve sehavette güneş gibi idi. Dergahında devamlı olarak seyr u sülükle meşgul ve hizmete bakan iki yüz kadar müridi bulunurdu.
 
Dehlevi, son derece mahcub ve mütevazi idi. Bununla birlikte “emr bi’1-maruf konusunda son derece yürekli ve cesurdu. Bu konuda ne bir validen, ne de bir kumandan ve sultandan çekinirdi. Nitekim el-Hadaiku’1-verdiyye müellifinin verdiği bilgiye göre Hindistan’da bir bölgenin hakimi olan Nevvab Şemsir Bahadır başında hristiyanların giydiği bir şapka ile şeyhin huzuruna geldi. Abdullah Dehlevi, onu bu kıyafetinden dolayı uyardı. Reis de “Eğer bunu hoş karşılamıyorsanız bir daha buraya gelmeyiz” dedi. Dehlevi de: “Allah seni meclisimize bir daha böyle göndermesin” dedi. Reis kızarak çıktı ama bir türlü içi rahat etmedi. Tekkenin bir kenarında başındaki şapkayı çıkartıp tekrar geldi ve şeyhe bağlılıklarım sundu.
 
Dehlevî hazretleri, gerek adı geçen Reise ve gerekse çevredeki diğer reislere karşı son derece müstağni davranırdı. Tekkenin bütün ihtiyaçlarını karşılamayı teklif edenlerin önerilerini geri çevirirdi. Bunu Hakka olan güvenine ters görür, halkın minnetine razı olmak gibi değerlendirirdi.
Zenginlerden gelen yemeği kendisi yemediği gibi, müridlerine de yedirmezdi. Komşularına hediye olarak gönderirdi. Kendisine gönderilen paraların önce peşin olarak zekatını verir, ardından da bu para ile helva ve tatlı yaptırıp dervişlere ve yoksullara dağıtırdı.
 
Günlük Yaşantısı
 
Abdullah Dehlevi’nin bir günlük yaşantısı şöyleydi: Geceleri az uyur, teheccüde kalkardı. Teheccüde kalktığında uyuyanları uyandırırdı. Teheccüd namazından sonra murakabeye varırdı. Ardından da bir mikdar Kur’an okurdu. Gecenin son vaktinde sabah namazını cemaatle kılardı. Namazdan sonra işrak vaktine kadar yine murakabe ve zikirle uğraşırdı.
 
Müridlerinin kalabalığı yüzünden sabahtan toplu zikri iki celse halinde yaptırırdı. Zikrin ardından kuşluk vaktine kadar tefsir okuturdu. Bunun ardından yemek yenirdi.
 
O günün şartlarında müslümanlar iki öğün yediklerinden bu yemek kahvaltı ve öğle arası olurdu. Yemekden sonra biraz istirahat ederdi. Ardından öğle namazına kadar kitap okuma ve bazı yazım işlemleriyle uğraşırdı. Öğle namazından sonra tefsir ve hadis, ikindiden sonra da hadis ve tasavvuf okuturdu. Daha sonra da akşam vaktine kadar zikir ve teveccühle meşgul olurdu. Akşam namazından sonra kısa bir süre seçkin müridleriyle hasb-i hal ederdi. Yatsı namazından önce akşam yemeğini yerdi. Yatsı namazım kıldıktan sonra geceyi daha çok zikir ve murakabeyle geçirir, uyku bastırınca seccadesi üzerine yan üstü uzanıp istirahata çekilirdi.
 
Giyim Kuşamı
 
Abdullah Dehlevi, kaba kumaştan dikilmiş sade elbiseler giyerdi. Şayed kendisine güzel kumaştan bir elbise hediye edilecek olsa onu satar, parasıyla orta halli giyecekler alır ve dervişlere dağılırdı. Giysilerinin çok çeşitli olmamasına da özen gösterir ve bunun sünnet gereği olduğuna işaret ederdi. Nitekim Hz. Aişe bir gün izar (yani pestemal) türü bir giysi ile rida türü pelerin gibi bir örtüyü çıkarıp halka göstererek: “Rasulullah işte bunların içinde ruhunu teslim etti.” Demiştir. (bkz. Tirmizi. Şemail, s. 68-80)
 
Dehlevi’nin Meclisi
 
O’nun meclisi bir huzur ve sükun meclisiydi. Orada fakir zengin, sultan geda. herkes aynı şekilde sevgi ve ilgi görürdü. O mecliste hiç kimsenin gıybeti yapılmazdı. Arkasından konuşulmazdı. O’nun irşad ve sohbetinden herkes kabiliyet ve istidadı kadar nasib alırdı. Bir gün meclisinde bulunanlardan birisi orda bulunmayanlardan birini bir kusuruyla gıybet edecek oldu. Dehlevi müdahale ederek dedi ki: “O söylediğin söz ve sıfat, bana daha çok yakışır.”
 
Yine bir gün onun meclisinde Hindistan sultanı çekiştirildi. Dehlevi oruçluydu. Dedi ki:
 
- Eyvah orucum bozuldu. Yanındakiler:
 
- “Aman efendim, gıybeti yapan siz değilsiniz?” deyince:
 
Gıybeti yapan da onu dinleyen de günahta ortaktır” hadisi ile karşılık verdi. (bkz. Keşfü’1-hafa, II, 215)
 
Dehlevi. Kur’an okumak kadar. Kur’an dinlemeyi de pek severdi. Halifelerinden Ebu Said Masümî’nin okuduğu Kur’an’ı dinlemekten büyük haz duyardı. Bazan Allah Rasulü (s.a.)’nün Abdullah b. Mes’ud’a Kur’an oku tüp vecde gelip “Yeter!” demesi gibi, o da vecde gelince “Bu kadarı yetişir” derdi.
 
Meclislerinde tasavvuf ehli zatların şiir ve ilahilerini dinlemekten de hoşlanırdı. Özellikle Mesnevi’yi pek severdi. Temkin ehli olduğundan cezbelenip Semaa kalkışmazdı.
 
Tütün ve nargile türü, keyif verici maddelerden ve onların kokusundan hoşlanmaz, hatta meclisine böyle bir keyif verici kullanan kimse geldiğinde buhur tütsüsü yaptırırdı.
 
Dehlevi’de Rasülullah Sevgisi
 
Dehlevi’de aşk derecesinde bir peygamber sevgisi vardı. O’nun adını duyduğunda heyecanlanır, vücudu titrerdi. Hizmetine bakan kişilerden biri bir gün demişti ki:
 
Sen Allah Rasülü’nün gözdesisin.” Abdullah Dehlievi bu sözü duyar duymaz ayağa fırladı, hizmetçiyi kucakladı ve:
 
- Estağfurullah, ben kim oluyorum ki O’nun gözdesi olayım? dedi ve ona hediyelerde bulundu.
 
Allah Rasulü’nün söz ve davranışlarına sıkı bir bağlılık içindeydi. Hayatına sünnet çizgisi üzere yön vermeye özen gösterirdi. Bu yüzden de hadis kitaplarını çok okur. Sünnetten haberdar olmaya çalışırdı. Vefatı sırasında bile Sünen-i Tirmizi mütalaa ettiği ve bu kitab göğsünde bulunduğu halde vefat ettiği kaydedilmektedir.
 
Sünnet ve hadis kitaplarında okuduğu Hz. Peygamber’in uygulamalarını derhal tatbik imkanı arardı.
 
Bir gün kendisine getirilen keçi paça ve kellesini sırf bu yüzden pişirtip yemiş ve başkalarına da yedirmiştir.
 
Engin sevgisi sebebiyle zaman zaman Allah Rasulü’nü rüyada görürdü. Cehennem azabından korktuğu ve onun dehşetini düşünerek uyuduğu bir gecede Efendimiz’i gördü. “Sen bizim sevdiğimizsin. Bize sevgisi olan cehenneme girmez.” şeklindeki iltifat-ı peygamberiye mazhar oldu.
 
Bazı Söz ve Düşünceleri
 
Abdullah Dehlevi. Nakşbendiyye tarikatının belli başlı esaslarını kendisine göre şöyle özetlerdi:
 
“Nakşiliğin dört esası vardır:
 
l. Def-i havatır.
2. Devamlı huzur hali,
3. Rahmani cezbe,
4. Manevi varidat.
 
Havatır şeytandan, nefsten, melekten ve Hak’tan olmak üzere dört çeşittir.”
 
Nakşilik yolunda kişiye şu dört şeyin gerekli olduğunu söylerdi:
 
l. Tertemiz bir din,
2. Saf bir yakın hali,
3. Kırık bir el; yani harama uzanmayan, hırsa kapılmayan bir tavır,
4. Kırık bir ayak; yani harama ve şerre gitmeyen bir ayak, mütevazı bir üslup.
 
Süfî’yi: “Dünya ve ahireti arkasına atan, yüzünü Yüce Rabbine döndürüp yoluna devam eden kimse” olarak tanımlardı.
 
Bey’at edip söz vermeyi üç amaçla yapılan bir fiil olarak görürdü.
 
1. Şeyhlerin gösterdiği büyük ve güzel yola ermek, onların makamına ulaşabilmek için;
2. Günahı bırakıp tevbeye yönelmek için,
3. Bir yere, bir makama bağlanmış olmak için.
 
Fakirin harfleri
 
“Fakir” kelimesinin harflerinin birer sembol olduğunu her bir harfin ayrı bir anlamı bulunduğunu şöyle anlatırdı:
 
Fa: Faka’dır; darlık, yokluk ve zorluğa işarettir.
Kaf: Kanaat ehli olmaktır.
Ya: Yeis’tir. Hakk’tan başka herşeyden ümid kesmekdir.
Ra: Riyazettir. Nefsi terbiye etmek için zora koşmaktır.
Derviş karşılığı kullanılan “fakir” kelimesinin remizleri sayılan bu hasletlere sahip olan kişi, Hakk’ın fazi ve ihsanı ile yakınlık ve rahmetine erişir.
 
Velilik ve Erenlik
 
Abdullah Dehlevi’ye göre veliler üç sıfatlı olur:
 
1. Keşf sahibi olanlar,
2. Fehm, anlayış ve kavrayış sahibi bulunanlar.
3. Cehi ehli; yani Hakk’ın İlmini görüp hiçbir şey bilmediği idrakine erenler.
 
Ricali de, dünya isteklileri, ahiret talipleri ve Mevla asıldan olmak üzere üçe ayırırdı. Dünyadan ve ukbadan geçip Hakk canibim seçip vuslat şarabın içip rical sıfatını alanların “ermiş” sayılacağını söylerdi.
 
Aklı, aydınlık ve karanlık olmak üzere ikiye ayırırdı. Aydınlık akıl, arada hiçbir aracı olmadan esas gayeye götüren akıldı. Karanlık akıl da mürşid kandili olmadan önünü göremeyen ve menziline varamayan akıl demekti.
 
İnsanın en büyük engeli olarak “benliği” görürdü. “Benlik” gitmeden hiçliğe erilemezdi. Benliğin gittiğini anlamanın ölçüşü olarak da;
 
Kişide ben diyebilecek bir gücün kalmaması gerektiğini” söylerdi. Bu da ancak benliğin Hak’ta fani elması, kulun Hakk ile bakı olduğu şuuruna ermesiyle mümkündü.
 
Yaşlılık yıllarında şu beyti sık sık tekrarlardı:
 
Ey sevgilim, ey sevgilim, kocadın bittim
Aşkının nuru üzerine düştükçe gençleşiyorum.
 
Derdi ki: “Gerçek aşık, sevgilisini bir lahza bile tefekkür ve mülahazadan geri durmamalıdır.”
Ey sevgili Rabbim. Kendi mecalsizliğimden şu kadarcık haber darım ki, senin cemalini görmek için gözlerimi her tarafa çeviriyorum.”
Hayatı hakkında bilgi veren kaynaklar onun bazı risalelerinden bahsederler. Makamat-ı Mazhariyye ve îzahu’t-tarika adlı iki risalesinden ilki basılmış olup Şeyhi Can-ı Canan Mazhar’ı anlatn (İstanbul 1986). Diğeri ise yazma olarak bulunmaktadır (bkz. Süleymaniye H. Hüsnü Paşa 7421).
 
Kaynak;ismailaga.org.tr
 
 

Halid Bağdadi (k.s.)/Altın Silsile

Uzun boylu, beyaz tenli, kırmızı yanaklıydı. Saçları...
Halid Bağdadi (k.s.)
 
Uzun boylu, beyaz tenli, kırmızı yanaklıydı. Saçları ve gözleri siyahtı. Hafif değirmi burunlu, uzunca kirpikliydi. Kolları uzun, omuzları genişti. Vücudu kıllıydı. Heybeti ve ağırbaşlı duruşu bakanlar üzerinde ürperti uyandırır, saygınlık telkin ederdi. Güzel giyinirdi. Halkın arasına çıktığı zaman, ne taylasanını bırakırdı, ne de asasını ikramı ve bahşişi boldu. Prensiplerine sıkı sıkıya bağlıydı.
Altın silsilenin 30. halkası ve yeni bir kolbaşısı bu sefer Osmanlı ülkesinden, Irak’ın Musul vilayetine bağlı Şehrezür kasabasından Adı Halid b. Ahmed, lakabı Mevlana ve Zıyaeddin İslâm dünyasında Celaleddin Rumî’den sonra “Mevlana” (Efendimiz, büyüğümüz) lakabıyla anılan ve bu sıfatla meşhur olan ikinci kışı olduğuna bakılırsa tesir ve nüfuzu anlaşılmış olur. Kendisinden sonra Nakşîlik neredeyse “Halidîlik” olmuş ve bu kol Osmanlı ülkesinin en yaygın tarikatı haline gelmişti

HAYATINDAN ÇİZGİLER

Ömrünün bir kısmı Bağdad’da geçtiğinden ve orada iken meşhur olduğundan “Bağdadî” nisbesiyle anılır. Baba tarafından Hz. Osman, ana tarafından da Hz. Ali soyundandır. 1193/1179 yılında bazı kaynaklara göre Şehrezur’da, bazılarına göre ise Baban’a bağlı Karadağ’da doğdu. İlk tahsilini önce babasından, ardından da Süleymaniye medreselerinde yaptı. Seyyid Abdülkerim Berzenci, Seyyid Molla İbrahim gibi alimlerden okudu. Süleymaniye’den Bağdad’a geçti. Bağdad’da bir sure ilim tahsiliyle meşgul olduktan sonra tekrar Süleymaniye’ye döndü. İlme doymuyordu adeta. Dini ilimlerden sonra fen ilimlerine merak sardı ve devrin Ali Kuşçu’su sayılan Muhammed Kuseym’den riyaziye, hesap, hendese, hey’et ve üstürlab gibi teknik bilimler tahsil etti.

Üstün zekası ve yüksek ilmi kabiliyeti sayesinde çevresinde ilgi odağı oldu Devrin idarecileri kendisini bir medreseye müderris tayin etmek istedilerse de o bundan imtina etti. Henüz bu işe ehil olmadığını beyan ederek afv diledi. Ancak 1213/1798 yılında Süleymaniye’de ortaya çıkan taun vakasında hocası Abdülkerim Berzenci vefat edince onun yerine müderrisliği kabul etti. Yedi yıl sureyle sürdürdüğü tedris hizmetinden sonra içinde hissettiği boşluğu doldurmak ve manevi bir teselliye nail olmak amacıyla hacca gitmeye karar verdi. Hac yolculuğu sırasında Şam’a uğradı ve bir süre orada ikamet etti.

Şam’da ikameti sırasında Muhammed el-Küzberi’den hadis icazeti, Mustafa el-Kürdî’den kadiri hilafeti aldı. Hac yolculuğu sırasında yolun meşakkatlerinin yanı sıra manevi bazı lütuflara ve tasavvufi irşatlara da mazhar oldu. Nitekim Medine’ de bulunduğu sırada kendisine rehberlik edecek mürşid ararken karşılaştığı hüsn-i hal sahibi bir zattan dua ve irşad talebinde bulundu. O zat, kendisine şu nasihat ta bulundu. “Mekke- i Mükerreme’de bulunduğun sırada zahiren gördüğün bazı hataları yargılayıp reddetmekte aceleci olma!”

Halid Bağdadî arkardaşlarıyla Medine’den Mekke’ye geçti. Günlerini Kabe civarında ibadetle geçirmeye özen gösteriyordu. Yine bir gün sabahın erken saatlerinde Harem-i Şerif’te Delail okurken birinin sırtını Kabe’ye dönüp oturduğunu gördü. Kendisine bakmakta olan bu zat ile bir ara göz göze geldiler Arkasını kıbleye ve Kabe’ ye dönmüş bu zatın hali pek hoşuna gitmemekle birlikte Medine’de aldığı nasihat gereği sesini çıkarmamaya azimliydi. Ancak bu sefer sözü başlatan karşısındaki zat oldu: “Allah indinde mümin bir gönlün Kabe’den daha değerli olduğunu bilmez misin? Hem Medine’deki zatın söylediklerini ne çabuk unuttun?”

Bu hikmetli ve anlamlı sözlerin etkisiyle başı dönen Halid Bağdadi gayr ı iradî sözün sahibinin dizlerine kapandı ve kendisini irşad etmesini istedi. Ancak şu karşılığı aldı “Sizin irşadınıza dair işaretler Hindistan tarafından geliyor. O tarafa yönelin!”

Hacc farizasını tamamlayan Halid Bağdadî, Süleymaniye’ye döndü ve tedris hizmetine devam etti. Nihayet bir gün Abdullah Dehlevi’nin gezginci dervişlerinden Mirza Rahimullah Azimabadî’nin Süleymaniye’ye gelmesine kadar bu hizmeti sürdürdü. Mirza Azîmabadî ile Süleymaniye’de uzun uzun sohbet ve halvetlerde bulunan Mevlana Halid, Nihayet beklediği anın geldiğine inanmıştı.

Dünyevi bütün meşguliyetlerini bırakarak mirza Azîmabadî ile Hindistan’a sefere çıktı (1224/1809). Yaya olarak tam bir yıl sürecek olan bu yolculuk boyunca da boş durmadı. Yolda her bölgedeki ulema ve meşayihin kabrini ziyaret etti. Pek çok alim ve şeyh ile görüşüp tanıştı. Nihayet Abdullah Dehlevi’nin dergahının bulunduğu Cihanabad’a vardı.

Mevlana Halid, orada şeyhinin yanında bir yandan seyru suluk ile manevi eğitimini tamamlarken diğer yandan da şeyhinin izin ve işaretiyle Molla Abdülaziz el-Hindi’nin akaid ve kelam derslerine devamla icazet aldı. el- Hindi Tuhfe-i İsna Aşeriyye adında şiaya reddiye yazmış bir Nakşı şeyhi ve akaid bilginidir. Abdullah Dehlevi, müridi Halid Bağdadî’ye Nakşbendiyye, Kadiriyye, Sühreverdiyye, Kubrevivye ve Çeştiyye tarikatlarından icazet verdi .Dehlevi, müridindeki “benlik” duygusunu kırmak için onu küçük hizmetlerde kullandı. Temizlik yaptırdı Hatta helaları yıkattırdı. Nefsin azgın dalgalarını durulttu ve bir yılda onu eğitti.

Şeyhinin yanında seyru sulükunu tamamlayıp irşad icazetini alan Mevlana Halid şeyhinden aldığı işaretle tekrar memleketine döndü. Son arzusu sorulduğunda verdiği cevap ilginçtir: “Son arzum dindir, dinin kemali ve kuvvet bulması için de dünyayı isterim.”

1226/1811 yılında memleketi Süleymaniye’ye geldi Ardından şeyhinden gelen bir işaret üzere Bağdad’ a gitti. Orada vali Said Paşa’nın da desteğiyle İhsaiye medresesini ihya ederek ilk “Halidî tekkesi” haline getirdi. Engin bilgisi geniş tasavvufi etkisi kısa zamanda şöhret ve nüfuzunu artırınca çevrede hasedci nazarlar ve kıskanç tavırlar şahlamış işi kendisini Vali Paşa’ya şıkate kadar vardırmışlardı.

Şikayetin bir ucu pay-ı tahta Sultan II. Mahmud’a kadar ulaştı Sultan Şeyhülislâm-ı çağırıp kararını vereceği sırada Şeyhülislâm Mustafa Asım Efendi Sultan a :”Ey iman edenler, size bir fasık gelir ve bîr haber getirirse onu iyice araştırın. Aksi halde bir topluluğa bilmeden bir kötülük etmiş olursunuz. Sonra da pişman olursunuz.” (el-Hucurat, 49/6) ayetini hatırlattı. Bunun zerine Sultan bu iş için iki adam gönderdi. Diğer taraftan Vali Said Paşa’nın yaptırdığı araştırmada Mevlana Halid’in haklı iddiaların iftira olduğunu ortaya çıkardı. Olayların yatışması için Mevlana Halid, memleketi Süleymaniye’ye döndü.

Süleymaniye’de de hemen ikinci bir tekke açıldı. Gerek Bağdad’daki ilk tekkede, gerekse Süleymaniye’deki ikinci dergahta pek çok halife yetiştiren Mevlana Halid bunları İslâm ülkelerinin muhtelif merkezlerine gönderiyordu Süleymaniye den sonra bir ara tekrar Bağdad’a gelen Mevlana Halid, oradan da Şam civarında Salihiye’de üçüncü bir dergah daha açtı (1238/1822)
Salihiye’de üç yıl kadar irşad hizmetiyle meşgul olduktan sonra 1241/1825 yılında tekrar hacca gitti. Hac dönüşü Şam da kolera hastalığına yakalandı. Çok geçmeden 12 Zilkade 1242, 10 Haziran 1826 yılında vefat etti. Vefatı sırasında ağzından “Ey itminana eren nefs, sen O’ndan, O senden razı olarak dön Rabbına!” (el-Fecir, 89/27-30) ayetleri dökülmüştü. Kabri, Şam Salihiye’de Kasyon tepesi eteğindedir. Halifelerinden Muhammed el-Firaki’nin delaletiyle kabrinin üstüne I. Abdülmecid Han tarafından kubbe yaptırılmıştır.

Mevlana Halid’in tedris ve ilmi eserleriyle başlayan şöhreti, İslâm dünyasının her bölgesine gönderdiği yüzlerce halifesi sayesinde daha sağlığında iyice artmıştı. O’nun mürid ve müntesipleri arasında Mekkizade Mustafa Asım ve Mehmed Refik Efendi gibi şeyhü’l-İslâmlık makamını ihraz etmiş ilim adamları Said Paşa, Davud Paşa, Abdullah Paşa, Necip Paşa ve Namık Paşa gibi devlet ricali de yer almaktadır. Halidiyye’nin halk ve devlet ricali ile ilim adamları arasında kısa zamanda ve sür’atle yayılmasının temelinde genellikle Halid Bağdadî nin şeriatın zahirine sıkı sıkıya bağlı bir ilim adamı olmasıyla halifelerini genellikle ilim erbabından seçmesi gerçeği vardır. Mevlana Halid in bizzat yetiştirip görevlendirdiği 116 halife Halidiliği XIX asrın en büyük tarikatı haline getirmiştir. Ünlü hanefi fakihi İbn Abidin ile Ruhu’l-maani adlı tefsirin müellifi Alusî de Halidi mensubudur.

AHLAKÎ VASIFLARI

Halidi Bağdadî hazretleri cömert, güzel ahlaklı, halkın eziyetlerine sabırlı, açık ve tatlı sözlü, azimetle ameli seven, ihtiyatı elden bırakmayan, yetim ve dulları himaye eden, Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayan bir gönül eriydi.
Huzurunda oturup zahirî ve batınî adaba riayet edenler, azamî derecede istifade ederlerdi. Huzurda bulunanların kalbleri dünya sevgisinden temizlenir, makam ve mansıp endîşesinden, gaflet pasından arınırdı.

NASİHATLARI

Size kat’iyyetle emrederim ki, bütün varlığınızla sünnet-i seniyyeye sarılıp cahiliye adetlerinden ve bidatlerden sakının. Sufiye hakkındaki dedikodulara aldanmayın. ‘Paşa da olsa avamdan insanlarla ülfet etmeyin. Onlardan hangi vesileyle olursa olsun, bir şey istemeyin. Çünkü bu, sizin kötülükle itham edilmenize sebep olur. İki mefsedet arasında çaresiz kaldığınız zaman ehven olanını seçin. Mutlu kişi, başkasının başına gelenlerden ibret alandır. Daha önemli olanı, önemli olana tercih ediniz. Sakın ola ki sultanlarla ve devlet ricaliyle bir işe girişmeyin. Çünkü onları ıslah edecek güce sahip değilsiniz. Onları gıybet etmeyin, veliyy-i emrinize hayırlı işlerinde muvaffak olması için dua ediniz.
Dünya perest tüccarları, ulema taslaklarını, ilmi halk arasında bir makam elde etmek için maşa olarak kullanan talebeleri, tenbellikleri sebebiyle yüklerini halka taşıtmaya çalışan asalakları, maneviyatı dünyasına basamak yapmaya kalkışan kimseleri, tarikata almayın, alsanız da bu tür davranışlarına fırsat vermeyin. Bilesiniz ki bana en sevgili olanınız, ehl-i dünya ile alakası olmayan, başkalarına yük olmayanızdır. Daha da sevimlileriniz fıkıh ve hadisle uğraşanlarınızdır. Nitekim tabileri çoğalanın şeytanları çoğalır, malı çoğalanın hesabı zorlaşır Tama ve şöhret sevgisine tutulan dünyalığını arttırmak, makama erişmek için her şeyi meşru görmeye başlar .Dünya ile dini değişir.”

“Zikr-i kalbiye devam et. Yolda giderken de olsa onu bırakma’. Her işinde Allah’ın kuvvet ve kudretine iltica et! Sadat-ı kiram hazretlerinin rühaniyetinden istimdat et. Alimlere ve Kur’an hafızlarına ikram et. Mümkün mertebe Kur’an kıraatiyle ve en çok da fıkıh ilmiyle meşgul ol! Huzur-ı kalb,seni bu işten alıkoymasın!”.

ESERLERİ

Mevlana Halidi Bağdadî, sohbetleri ve yetiştirdiği halifeleri kadar yazdığı eserleriyle de ünlüdür. Bu eserleri muhtelif dini konuları ihtiva eder. Bir kısmı Farsça, bir kısmı Arapça”dır:
1. el-Akdü’l-Cevheri: İlm-i kelamda “kesb” konusunda Maturidi ile Eş’ari mezhebi arasındaki görüş ayrılıklarım belirten bir risaledir. İstanbul’da basılmıştır.
2. Rabıta Risalesi: Nakşbendiyye’de önemli bir yeri olan rabıta konusunu anlatan müstakil bir risaledir. Raşahat kenarında basılmıştır.
3. Şerh Makamat-ı Harirî
4. Şerh Hadis-i Cibril: Cibril hadisi diye bilinen meşhur hadisin akaid ve tasavvuf açısından yapılmış Farca bir şerhidir. Eser yazma olup bir nüshası Süleymaniye kütüphanesinde vardır.
5. Siyelkütî Haşiyesi
6. Akaid-i Adudiyye
7. Divan, Farsça, Arapça ve Kürtçe şiirlerden meydana gelen bu eser, Sadreddin Yüksel tarafından terceme edilmiştir.
Mevlana Halid’in hayatı ve menkıbeleri hakkında yazılmış Mecd-i Talid gibi müstakil eserler de vardır.

Kaynak;ismailaga.org.tr
 
 

Abdullah Mekki (k.s.)/Altın Silsile

Anadolu velilerinden, Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî...
Abdullah Mekki (k.s.)
 
Anadolu velilerinden, Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazret lerinin halifelerindendir. İsmi Abdullah’tır, Erzincânî ve Mekkî nisbe leriyle tanınmıştır. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On do kuzuncu yüzyılda yaşamıştır. (kuddise sirruhu)
 
Aslen Mekkeli olan Abdullah Efendi, zamânının usûlüne göre çeşitli ilimleri tahsil etti. İlimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra bağdâd’da bulunduğu sırada büyük âlim ve velî, Nakşibendiyye yolu nun mürşid-i kâmili Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini tanıdı, soh betleriyle şereflendi. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sohbet ve hizmetlerinde bulunarak, kemâle, olgunluğa ulaştı. Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek mânevi derecelere kavuştu. Mevlânâ Hâlid-i bağdâdî hazretlerinin talebeleri nin önde gelenlerinden oldu. Hocası ona hilâfet-i mutlaka yâni tam icâzet, diploma verdi.
 
İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak ve talebe yetiştirmekle vazifelendirerek Erzincan’a gönderdi.
Abdullah Mekkî önce Erzurum’a uğradıktan sonra Erzincan’a gitmek üzere yola çıktı. Erzincan’a gelirken buranın ova ve dağlarını seyderip, yanındakilere; “Allah bilir amâ Mevlânâ Hâlid-i Bağdadi hazretlerinin bize târif buyurdukları memleket burası olmalıdır. Bura daki bir zâtın bizde nasîbi ve emâneti vardır” dedi.
 
Abdullah-ı Mekkî, Erzincan’ı şereflendirince insanlar akın akın ziyâretine geldiler. Gelenler arasında, Terzi baba diye bilinen Muhammed Vehbî de vardı. Abdullah Mekkî, Muhammed Vehbî içeri girince ayağa kalktı. Onu dâvet edip yanına oturttu. Muhammed Vehbî’ye karşı hiç kimseye göstermediği iltifâtlarda bulundu.
 
Sonra Muhammed Vehbî’nin durumunu öğrenmek için yanında kilere; “Bu zâtın serveti var mıdır?” diye sordu. Oradakiler; “Hayır Yalnız köyde, Sarıgöl’de bir bağı ile, şehirde bir evi, birkaç parça tarlası ve terzilik yaptığı bir dükkanı vardır” dediler. Bunun üzerine Mu hammed Vehbî’yi yanına çağıran Abdullah mekkî hazretleri,
 
Oğlum! Pir-i âzâm Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî bizi buralara gönderdi. Bize ehline verebileceğimiz bir emâneti verdi. O emânete seni lâyık gördüm. Kabûl edersen onu sana teslim edeyim”diye teklifte bulundu. Muhammed Vehbî, Abdullah Mekki’ye gönül huzûru ve teslimiyet ifâde eden bir tavırla; “Siz bilirsiniz” cevâbını verdi. Abdullah-ı mekkî; “Vereceğim emânet sana çok faydalar sağlayacak” buyu- runca, Muhammed Vehbî; Şeyh efendi! Vallâhî dünyâ için Allah demem” cevâbını verdi. Bunun üzerine Abdullah Mekkî; “Oğlum haydi git! Sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emânetde zâten bu idi” buyurarak onun yüksek derecesine işaret etti. Terzi Babaya himmetle nazar ederek emâneti tevdî etti. Terzi Babanın hâli derhâl değişti. Mânevî feyzler deryâsına daldı.
 
Bir müddet Erzincan’da kalan Abdullah-ı Mekkî, sohbetleriyle insanların Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaları için çalıştı. Bu sırada onun sohbetinden ve hizmetinden ayrılmayan Terzi Babada tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlık derecesine kavuştu. Abdullah Mekkî, Terzi Baba’nın olgunluğa erdiğini görerek, ona hilâfet verdi.
 
Yerine Terzi Babayı bıraktıktan sonra Erzincan’dan ayrılarak Erzurum’a, oradan da Küdûs’e gitti. Mukaddes makamları ve büyüklerin kabirlerini ziyâret ettikten sonra Mekke-i mükerremeye ulaştı. Orada yerleşip Nakşibendiyye yolunun Hâlidiyye kolunun yayılması ve insanların bu mânevî yoldan faydalanmaları için gayret sarf etti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri hayatta olduğu müddetçe Abdullah-ı Mekkî’nin ihtiyaçlarını Süleymaniye, Şam ve Bağdâd’dan gönderdi. Hac ibâdetini yerine getirmek için gidişinde onun misâfiri oldu.
 
Abdullah-ı Mekkî, Mekke’de kaldığı müddet içinde pekçok âlim ve evliyâ ile karşılaşıp, sohbet etti. Sayısız talebe yetiştirdi. Hac ibâdetini yerine getirmek için gelen Şeyh Süleymân bin Hasan Kırîmî sohbetinde kemâle olgunluğa erdi.
 
Abdullah-ı Mekkî Hazretlerinin halifelerinden Süleymân Kırîmî (kırımlı) ve İsmet Garibullah-i Yanyavî (yanyalı) bir gün Mekke’den Taife deve ile yolculuk yapıyorlardı. Yolculuk esnasında Süleymân Kırîmî’nin devesi çöktü. Yoldaşı İsmet Garibullah’a sultanımız vefât etti dedi. Ve geriye Mekke’ye döndüler.
 
Gerçektende Abdullah’ı Mekkî Hazretleri vefât etmişti. Süleyman Kırîmî Mekke’de kalarak irşât vazifesini devâm ettirdi. İsmet Garibullah ise, Türkiyeye geldi. Edirnede Sultan Camiinde irşât vazifesine devâm etti.
 
Abdullah-ı Mekkî Erzincânü büyük âlim, ilmiyle amel eden, fazi¬let sâhibi velî bir zat idi. Dünyâ ve ona âid olan her şeyden kesilerek, vatanını ve yakınlarını bırakıp İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlat¬mak için çeşitli memleketleri dolaştı. Evliyânın büyüklerinden olup, sekr, cezbe ve mânevî sarhoşluk hâli ile fenâ makamlarını geçmiş,
 
Kaynak;http://www.ismailaga.com.tr/abdullah-mekki-k-s.html

Mustafa İsmet Garibullah (k.s.)/Altın Silsile

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halifesi olan Abdullah-ı...
Mustafa İsmet Garibullah (k.s.)
 
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halifesi olan Abdullah-ı Mekkî hazretlerinin hâlifesidir. Aslen Yanyalı (Arnavut)dur. Abdullah-ı Mekkî hazretlerinden icâzet almıştır.
 
Büyük Şeyh Efendi Mustafa İsmet (k.s) Mekke’de bulunan Abdullah’ı Mekkî hazretlerine intisab etmişti. Abdullahı Mekkî Hazretlerine müntesip Süleyman Kırîmî (Kırımlı) birlikte sohbetlere devam ediyorlardı. Birgün temiz hava teneffüs etmek için birlikte Taife doğru yola çıktılar. Yolda giderlerken Kırîmî’nin devesi birden yere çöktü. Süleyman Kırîmî (ks) Abdullah Mekkî hazretlerini kastederek, “Sultan vefat etti, Mekke’nin hizmeti bana verildi” dedi. Geri Mekke’ye döndüler. Abdullah’ı Mekkî hazretleri gerçekten vefat etmişti. Süleyman Kırîmî hazretleri Mekke’de hizmete devam etti.
 
Büyük Şeyh Efendi Arnavutluğa gitti. Orada bir müddet hizmete devam ettikten sonra; manevi bir işaretle Edirneye gelen İsmet Garibullah (k.s) sultan camisinde bir müddet irşâd vazifesine devâm etmiştir.
 
İsmet Garibullah’ın (k.s) İstanbul’da müritleri çoğalmıştı. Hatta Sultan Mecit Han dahi İsmet Garibullah’a intisab etti. İstanbul’daki müritleri şeyh efendinin İstanbul’a gelmesini çok arzu ettiler. İsmet Garibullah (k.s) İstanbul’a gelerek Koca Mustafa Paşa Semtinde çalışmalarına devâm etti. Bir taraftanda tekke inşası için arsa aramaktaydı Şimdiki hâli hazırda bulunan İsmet Garibullah (k.s) dergâhı satılmaktaydı. Kilise yapılması için rumlar tarafından arsa sahibine büyük para teklifi yapılmıştı. Fakat arsa sahibi arsayı rumlara vermeyip, İsmet Garibullah (k.s)’a az bir ücretle tekke inşâsı için satmıştı.
 
Tekke tamamlandıktan sonra, İsmet Garibullah (k.s), tekkeyi buldunuz ama şeyhi kaybettiniz dedi. Kısa bir müddet sonrada vefât etmiştir. Mustafa İsmet Efendi (k.s), padişahlar tarafından ilmi taktir edilir, padişahlar tarafından sık sık ziyâret edilirdi. 1872′de vefat eden Mustafa İsmet Efendinin kabri, yaptırdığı tekkenin bahçesindedir. Yanında medfun bulunan halifelerinden Hacı Nurullah Efendi, muhammed Şerif Efendi, Dâhiliye nazırı Memduh Paşa, kayınpederi Şeyh Hüseyin Efendi, Yozgatlı Miralay Muhammet Ârif Efendi.
 
İsmet Garibullah Efendinin, Abdullah Bahâeddin isminde bir oğlu vardı. İbadete çok düşkün olan bu çocuk, gece yatağına hiç yatmadan ibadetle sabahlarmış. İsmet Garibullah şayet bu çocuk yaşarsa çok büyük insan olur demiş. Küçük yaşta vefat eden bu çocukda İsmet Efendinin yanında medfundur.
 
Kayınpederi şeyh Hüseyin Kutsî Efendi İsmet Garibullaha intisab ettiği zaman İsmet Efendi ona hoca olmadığına sevin demiş. Hüseyin Kutsî Efendi: “Şaştım, bir şey diyemedim.” Ne zaman Hüseyin Efendi tarikatla ilerlemiş, şimdide hoca olmadığına üzül demiş. Çünkü irşâd vazifesinde ilim lâzım demiş.
 
İsmet Garibullah daima başını ustura ile tıraş ederdi. Birgün yine tıraş olurken, bir bey çocuğu atıyla geldi. İsmet babanın başını tıraşlı bir vaziyette görünce kabağa bak kabağa diye alaylı söz söylemesine İsmet baba cevap vermedi. Bey çocuğu atına binmek istedi. Fakat ata atlarken kafası yere çakıldı. Altındaki atı kaybolmuştu. Tekrar atına atlamak istedi yine atı kaybolarak kafası yere çakıldı. Bey çocuğu berbere ne oluyor dedi. Berber İsmet babayı işaret ederek kabağa sor cevabını verdi.
 
İsmet baba (k.s) Risale-i Kudsiyye adlı kitabının zûhurat yoluyla yazdırıldığı yine Kutsiyye kitabında anlatılmaktadır. Sene 1271 idi. Muharrrem’den dahi gün 11 idi. Budur ğalip o günlerden biri idi. Gece idi gönülden dert bir idi. Dediler “gel aziz hakka gidelim.” Cemali Ba Kemale seyr idelim.” dediler. İsmet baba (k.s) “Öyle bir andı ki görenler sûra üfrülüyor zanne¬derdi. Ve kendisine, aşkla bir eser yazki, salikler o eserin te’siriyle feyzlensinler Muhabbetleri artsın, Hem türkçe olsun. Bir vezinle ol¬sun beyanı” dediler. İsmet baba: Ben Arnavut’um. Fasih lisanı bilmem. Vezinden anlamam deyip, feryat ettim” dedi. “Bu kitabın yazılmasını isteyen Allah’dır. Hatadan muhafaza yine o edecek” dediler. İsmet baba (k.s) zuhurata tabi olarak Kutsiyye eserini yazdı. Her bir kelimesinden hakikat menbanın feyz’leri insanın gönlüne dolarak mânevi Terâkki yollarında seyr-ü sefâ ettirmektedir.
 
Büyük Şeyh Efendi’nin (k.s) zevce-i mutahharası Nakşiye validemiz, büyük Şeyh EFendi (k.s) sağlığında tekkeyi bahçesiyle vakfetmiş¬ti, fakat resmen tescil ettiremeden dar’ul-beka’ya irtihal buyurdu. Bu kerre varisler ayaklandılar ve taksime kalkıştılar. Nakşiye validemiz (r.aleyh) buyurdu ki: “Ben efendimin vasiyetini zayi ettirmem”. Ne kadar altını vesair varsa hepsini sattı, varisleri memnun etti ve tekkeyi kurtardı.
 
Kaynak;ismailaga.org.tr
 
 

Halil Nurullah Zağravi (k.s.)/Altın Silsile

Fâtih Çarşamba’daki İsmet Efendi Dergâhı postnişinlerinden Dergâhın...
Halil Nurullah Zağravi (k.s.)
 
Fâtih Çarşamba’daki İsmet Efendi Dergâhı postnişinlerinden Dergâhın kurucusu Yanyalı Mustafa İsmet Efendinin Halîfesidir. Hocasının 1872 yılında vefât etmesi üzerine geçtiği meşihat makamında 21 yıl görev yaptı. 1893′de vefât eden Nûrullah Efendinin kabri, Dergâhının bahçesindedir.
 
Nûrullah Efendi (k.s) Hazretlerinin hayatı tarih kitaplarında kaydı bulunamamıştır. Kabir taşındaki malumatla yetinilmiştir. Günde 70 bin tevhitle 7 cüz Kur’an-ı Kerim okuduğu söylenmektedir.
 
Kaynak;http://www.ismailaga.com.tr/halil-nurullah-zagravi-k-s.html

Ali Rıza El-Bezzaz Efendi (k.s.)/Altın Silsile

İslâm alimlerinin ve silsile-i âliyyenin otuz dördüncüsüdür....
Ali Rıza El-Bezzaz Efendi (k.s.)
 
İslâm alimlerinin ve silsile-i âliyyenin otuz dördüncüsüdür. Doğum tarihi bilinmemektedir. H. 1330 yılında Bandırmada vefât etti. Doğum yeri El-uhyu’dur.
 
Ali Rıza Efendi (k.s), bezzaz ismiyle şöhret bulmuştur. Kendisi çok zengindi. Bezzaz yâni manifaturacı dükkânları vardı. Ayrıca İstanbul’a gidip gelen ticâret gemileriyle haylice zengindi.
 
Ölmeden önce zenbil sırtında bütün malını mülkünü dağıttı. Manifaturacılık yaparken metreyi iki taraftan tutarak kumaşı ölçerdi. Şeyhi Halil Nurullah Efendi'nin 1893′de vefât etmesiyle meşihat makamında irşât, insanlara doğru yolu gösterme fâaliyetine devâm etti.
 
Ali Rıza (k.s) Efendinin yirmi sene müezzinliğini yapmış Süleymân Dede denilen zât, Ali Rıza Efendiye intisab ettiğinde bir sene merkebiyle dergâha gelip gider. “Bir senedir gelip gidiyorum hala birşey bulamadım.” der.
 
Ali Rıza Efendi bir gün ona, gözlerini kapatmasını söyledi. Süleymân gözlerini kapatıp açınca Ali Rıza Efendide bir nur olduğunu gördü. Ve dayanamayıp düşüp bayıldı. Ali Rıza Efendi ona, ayıldığında bumuydu görmek istediğin, bir daha böyle şeyler isteme, bunlar marifet değildir dedi.
 
Yunan harbi zamanında Ali Rıza Efendi tekkesine yunanlılar doldular. Subaylardan birinin köpeği Ali Rıza Efendinin kabrine pislemek isteyince, köpek çarpılır. Köpeğin çarpıldığını gören subaylar kabire tekme atma, teşebbüsünde bulununca subaylarda çarpılır. Ve olayı gören yunan askerleri korkup, tekkeyi bırakıp kaçtılar.
 
Kaynak;ismailaga.org.tr
 
 

Mahmut Efendi Hazretlerine İslama üstün hizmet ödülü

Mahmut Efendi Hazretlerine İslama üstün hizmet ödülü

Asrımızın Müceddidi Mahmud Efendi Hazretleri Yasin-i Şerif Okuyor

Asrımızın Müceddidi Mahmud Efendi Hazretleri Yasin-i Şerif Okuyor

Mahmut Efendi Hazretlerinin Tavaf görüntüleri

Mahmut Efendi Hazretlerinin Tavaf görüntüleri

Esmai İdrisiye 40 erbain 40 isim



ESMAİ İDRİSİYE 40 ERBAİN 40 İSİM

KIRK ESMA 40 ERBAİN DUASI;
 
Allahümme inni es'elüke bi hakkı hazihil esma-i şeriyfeti ve şereha ve kerematihi en tusalliye ala seyyidina muhammedin ve ala ali seyyidina muhammedin ve es'eluke imanen ve emanen min ukabiddünya vel ahireti veen tahbise anni ebsarezzalemeti vel müridine bissue veen-tasrife kulubehüm an şerri ma yudmirunehü ila hayri ma la yemlikühü gayrüke allahümme hezedduai minni ve minkel icabetü ve hazel cehdü minni ve aleykel tüklanü vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azimi ve sallallahü ala hayri halkıhi mühammedin ve alihi't tayyibinet tahirine ecmain birahmetike ya erhamer rahimi ya hayyum ya kayyum ya rab.

Bu Dua ve Esmalar: İdris Peygamber A.S Tarafından hazırlanılmıştır. Ve bu sebeble esmai idrisiyye
diye adlandırılmıştır.

Hz. İdris peygamber ibrani veya suryani lisani üzere okumuş olduğu bu 40 isim 40 duadır.
bu dualarla Allah'ı teala'ya dua etmiş ve kabul olunmuştur.
 
Ebul Mekarim Fahreddin hazretleri bu duaları farsçaya çevirmistir. Hazreti İdris Aleyhisselam doğumu Mısır- Kahire'de Menef dedikleri yerde olmuştur.Annesi Büzüre Babası Büzr ismiyle anılmaktadır. Babası hz. Adem (a.s)ın beşinci karından gelen evlatlarındandır. 1. Hazreti Ademin oğlu Şit (A.S.) dır 2. Şit (A.S.) Oğlu Kaynan' dır. 3.Kaynan'ın oğlu Mehlail'dir. 4. Mehlail'in oğlu Büzr'dür. 5. Büzr'ün oğlu Uhnun'dur. ki İdris (A.S.) dır.

BİRİNCİ İSİM DUA : Sübhaneke lâilahe illâ ente ya rabbi külli şey'in ve varisühü.

İKİNCİ İSİM DUA : Yâ İlahel aliheter-refii celalühü.

ÜÇÜNCÜ İSİM DUA : Yâ Allah'ül mahmudü fi külli fialihi.

DÖRDÜNCÜ İSİM DUA : Yâ Rahmane külli şey'in ve rahimehü.

BEŞİNCİ İSİM DUA :
Yâ Hayyü hine la hayye fi deymumiyyeti mülkihi ve bekaihi.

ALTINCI İSİM DUA : Yâ Kayyumu fela yefütü şey'ün min ilmihi vela yeudühü.

YEDİNCİ İSİM DUA : Yâ Vahidül baki evvelü külli şey'in ve ahirühü.

SEKİZİNCİ İSİM DUA : Yâ Daimü bila fenain vela zevale limülkihi ve bekaihi.

DOKUZUNCU İSİM DUA :
Yâ Samedü min gayri şibhin fela şey'e kemislihi.

ONUNCU İSİM DUA : Yâ Bari'e fela şey'e küfvün yüdanihi vela imkane livasfihi.

ONBİRİNCİ İSİM DUA : Yâ Kebiyrü entellahüllezi la tehtedi'l ukulü livasfi azameti.

ONİKİNCİ İSİM DUA : Yâ Bari'ennüfuse bila misalin hala min gayrihi.

ONÜÇÜNCÜ İSİM DUA : Yâ Zekiyyü't tahirü min külli afetin likudsihi.

ONDÖRDÜNCÜ İSİM DUA : Yâ Kafi el müvessı'î lima halaka min ata ya fazlıhi.

ONBEŞİNCİ İSİM DUA : Yâ Nekıyyen min külli cevrin lem yerdahü velem yuhalıthü fialehü.

ONALTINCI İSİM DUA: Yâ Hannanü entellezi vesiat külle şey'in rahmeten ve ilmen.

ONYEDİNCİ İSİM DUA : Yâ Mennanü zül ihsani kad amme külle'l halaıkı mennehü.

ONSEKİZİNCİ İSİM DUA : Yâ Deyyane'l ibadi küllün yekumü hadia,lirehbetihi ve rağbetihi.

ONDOKUZUNCU İSİM DUA : Yâ Halika men fissemavati velardı ve küllün ileyhi mea'dühü.

YİRMİNCİ İSİM DUA : Yâ Rahîme külle sarihin ve mekrubin ve gayesehü ve mea'zehü.

YİRMİBİRİNCİ İSİM DUA : Yâ Tamme fela tesifü'l elsünü külle künhi celâlihi.

YİRMİİKİNCİ İSİM DUA :
Yâ Mübdiâl bedâ'i lem yebgı fî inşaiha avnen min halkıhi.

YİRMİÜÇÜNCÜ İSİM DUA : Yâ Allâmel guyubü fela yefütü şey'in min hıfzıhi vela yeudühü.

YİRMİDÖRDÜNCÜ İSİM DUA : Yâ Halimen zel-enati fela yuadilühü şey'ün min halkıhi.

YİRMİBEŞİNCİ İSİM DUA : Yâ Muidü ma efnahü izabereza'l halaiki lidavetihi min mekafetihi.

YİRMİALTINCI İSİM DUA : Yâ Hamidü'l fealü zelcemni velmenni ala cemî'ı halkıhî bilutfihi.

YİRMİYEDİNCİ İSİM DUA : Yâ Azizü'l menîü-l galibe âlâ cemî'ı emrihi fela şeye yuadülihü.

YİRMİSEKİZİNCİ İSİM DUA : Yâ Kahirü zü'l batşişşedîdî entellezi lâ yutaku intikamühü.

YİRMİDOKUZUNCU İSİM DUA : Yâ Garîbe'l müteali fevka külli şey'in ulüvvü irtifâ'ıhî.

OTUZUNCU İSİM DUA : Yâ Müzillü külli cebbarin anîdin bi kahri azizi sultanihi.

OTUZBİRİNCİ İSİM DUA : Yâ Nure külli şey'in ve hüdahü entellezi felaka-zzulumati nurühü.

OTUZİKİNCİ İSİM DUA : Yâ Âliyeşşamihi fevka külli şey'in ulüvvü irtifa'ihi.

OTUZÜÇÜNCÜ İSİM DUA :
Yâ Kuddusü-t tahirü min külli suin fela şey'e yüazühü min halkıhi.

OTUZDÖRDÜNCÜ İSİM DUA : Yâ Mubdîe'l beraya ve muÎde ma ba'de fenaıha bikudretihi.

OTUZBEŞİNCİ İSİM DUA : Yâ Celilü'l mütekebbiri âlâ külli şey'in vel adlü emrühü vessıdku
va'dühü.
OTUZALTINCI İSİM DUA : Yâ Mahmudü felâ teblugul evhamü külli künhi senaihi ve mecdihi.

OTUZYEDİNCİ İSİM DUA :
Yâ Kerimel afiv zel adli entellezi melâe şey'in adlehü.

OTUZSEKİZİNCİ İSİM DUA :
Yâ Azîme zessenail fahiri vel izzi vel mecdi vel kibriyai felâ
yezille izzühü.

OTUZDOKUZUNCU İSİM DUA : Yâ Karibe'l mücibül,mudani dune külli şey'in kurbehü.

KIRKINCI İSİM DUA : Yâ Acibessenayiı felâ tentıkul elsünü bikülli elâihi ve senâihî ve
yagıyasî inde külli kürbetin ve mücibi ınde külli dâvetin ve meazi ınde külli şiddetin
ve recaî hîne tengatiu hîletî.

Şekerin zararları


Şeker yememek için 66 neden;

Şekerin zararları

1. Şeker kanser hücrelerinin en çok sevdiği şeydir.
2. Şeker bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir.
3. Şeker vücudunuzun mineral dengesini bozabilir.
4. Şeker çocuklarda hiperaktivite, endişe, dikkat bozukluğu ve huysuzluğa sebep olabilir.
5. Şeker çocuklarda uyuşukluğa sebep olabilir.
6. Şeker çocukların okul başarısını olumsuz etkileyebilir.
7. Şeker trigliserit seviyesinde belirgin bir artışa sebep olabilir.
8. Şeker bakteri enfeksiyonlarına karşı savunma sistemini zayıflatabilir.
9. Şeker böbreklere hasar verebilir.
10. Şeker krom eksikliğine yol açabilir.
11. Şeker bakır eksikliğine yol açabilir.
12. Şeker kalsiyum ve bakır emilimini engeller.
13. Şeker meme, yumurtalık, prostat ve rektum kanserine yol açabilir.
14. Şeker kadınlarda daha büyük risk oluşturmak üzere, kolon kanserine sebep olabilir.
15. Şeker safra kesesi kanseri için risk faktörü olabilir.
16. Şeker gözleri bozabilir.
17. Şeker serotonin seviyesini yükseltir; bu da kan damarlarını daraltabilir.
18. Şeker Hipoglisemiye sebep olabilir.
19. Şeker midenin asidik olmasına yol açabilir.
20. Şeker çocuklarda adrenalin seviyesini artırabilir.
21. Şeker koroner kalp hastalığı riskini artırabilir.
22. Şeker ciltte kuruma ve saç beyazlamasına yol açarak yaşlanma sürecini hızlandırabilir.
23. Şeker alkol bağımlılığına yol açabilir.
24. Şeker diş çürüklerini artırabilir.
25. Şeker kilo alımı ve aşırı şişmanlığa katkıda bulunabilir.
26. Yüksek miktarda şeker yemek Crohn’s hastalığı ve ülseratif kolit riskini artırır.
27. Şeker kireçlenmeye sebep olabilir.
28. Şeker astıma sebep olabilir.
29. Şeker mantar enfeksiyonlarına sebep olabilir.
30. Şeker safra taşı oluşmasına yol açabilir.
31. Şeker böbrek taşı oluşmasına yol açabilir.
32. Şeker istemik kalp hastalığına yol açabilir.
33. Şeker apendisite yol açabilir.
34. Şeker Multipl Skleroz (MS) hastalığının belirtilerini şiddetlendirebilir.
35. Şeker dolaylı olarak hemoroide yol açabilir.
36. Şeker damarlarda varise yol açabilir.
37. Şeker osteoporoz oluşumuna katkıda bulunabilir.
38. Şeker salya asiditesine katkıda bulunabilir.
39. Şeker insülin sensitivitesinde düşüşe sebep olabilir.
40. Şeker glikoz toleransının düşmesine sebep olur.
41. Şeker büyüme hormonunu azaltabilir.
42. Şeker toplam kolesterolü artırabilir.
43. Şeker sistolik kan basıncını artırabilir.
44.Şeker gıda alerjilerine sebep olur.
45. Şeker diyabet oluşumuna katkıda bulunabilir.
46. Şeker hamilelikte kan zehirlenmesine yol açabilir.
47. Şeker çocuklarda egzama oluşuma katkıda bulunabilir.
48. Şeker kardiyovasküler hastalığa sebep olabilir.
49. Şeker DNA yapısını bozabilir.
50. Şeker katarakta sebep olabilir.
51. Şeker amfizeme sebep olabilir.
52. Şeker ateroskleroza sebep olabilir.
53. Şeker serbest radikal oluşumuna sebep olabilir.
54. Şeker enzimlerin işlevselliğini düşürür.
55. Şeker karaciğer hücrelerinin bölünmesine sebep olabilir; bu da karaciğerin boyutlarını büyütür.
56. Şeker karaciğerde yağ miktarını artırabilir.
57. Şeker karaciğerde patolojik değişimlere yol açabilir.
58. Şeker pankreasa zarar verebilir.
59. Şeker kabızlığa sebep olabilir.
60. Şeker miyopluğa sebep olabilir.
61. Şeker hipertansiyona sebep olabilir.
62. Şeker migren de dahil olmak üzere baş ağrılarına sebep olabilir.
63. Şeker beyin dalgalarını artırabilir; bu da beynin düşünme kabiliyetini zayıflatır.
64. Şeker depresyona sebep olabilir.
65. Şeker hormonal dengesizliğe sebep olabilir.
66. Şeker Alzheimer’s hastalığı riskini artırabilir.

KAYNAK: http://www.snhazinem.com/sanalhazinem-saglik-genel/214996-seker-yememek-icin-66-neden.html#ixzz1dVmm3Phr

Pekmez


Pekmez, Anadolu insanı için önemli bir besindir. Vakti gelince kazanlar kurulur, üzümler, armutlar kaynatılır, kavanoz kavanoz kışlık pekmezler hazırlanır. Demir, kalsiyum ve potasyum açısından zengin olan pekmezi evinizden eksik etmeyin.

Toplumumuzda halsizlikten yakınan ve zayıf kişilere pekmez içirme geleneği vardır. İyi ki de vardır. Şimdi size bu geleneğin arka planını sunalım.

Neyle, Nasıl Yapılır?

Pekmez, ülkemizde daha çok üzümden yapılmakla beraber az da olsa dut, erik, elma, armut ve keçiboynuzundan da yapılır.

Pekmez, meyvelerin şıralarının kaynatılarak koyulaştırılması ile elde edilir. Sonbaharda bağlardan toplanan meyveler ezilerek şırası çıkartılır. Şıranın asitliği kalsiyum karbonattan yana zengin “pekmez toprağı” ile giderilir. Buna kestirme denilir. Kestirilen şıra kaynatılmak suretiyle suyunun bir kısmı buharlaştırılır. Kaynama esnasında şekerin bir kısmı yandığı için rengi koyulaşıp tadı değişir.

Tokat Zile’de ise kaynamış pekmeze yoğurt tuzu, yumurta akı ve nişasta katılarak farklı bir tat pekmez elde edilir ki bu bizim “Zile Pekmezi” diye tanıdığımız pekmezdir.

Sıvı pekmezin 100 gramında yaklaşık 25 -35 gram su, 60-70 gram monosakkaritler olarak bilinen basit şekerler, 2.5 -3.5 gram kadar da mineral bulunur. Pekmezdeki basit şekerler sindirim gerekmeden doğrudan kana katıldıkları için enerji sağlarlar. Pekmezin 100 gramı yaklaşık 300 kalorilik enerji verir. Pekmezde bulunan en önemli mineraller demir, kalsiyum ve potasyumdur.

Gerçekten pekmez kan yapar mı?

Demirin yetersiz alınması veya alınan demirin kanda yeterince emilememesi durumunda kansızlık olur. Bu sebeple pekmezin kan yapıcı olarak görülmesi son derece isabetlidir ve bu milletin sağlık alanındaki ferasetidir.

Pekmez kemiklerin gelişimi ve sağlığı için gerekli olan kalsiyum yönünden de zengindir. Pekmezde çok bulunan bir başka mineral de potasyumdur. Potasyum, vücudun su dengesinin sağlanması ve tansiyonun düzenlenmesi için çok gereklidir.

Tahin-pekmez; kahvaltıda mutlaka

Pekmezin tahinle karıştırılmasıyla enerji değeri yüksek olduğu kadar protein de içeren, kan yapıcı ve kemik gelişimini doğrudan destekleyici nitelik taşıyan bir besin elde edilebilir. Bu besin, yani tahin-pekmez özellikle çocuklar, gençler, hamile hanımlar, emzikli hanımlar, ağır işlerde çalışanlar tarafından mutlaka kahvaltılarında tüketilmelidir. Ayrıca pekmezin cevizle karıştırılmasıyla elde edilen sucuk, pestil, köfte gibi ürünler de benzer niteliktedir.

Pekmez ve ceviz kullanılarak helvalar, şekerden yapılan helvalardan daha besleyicidir. Pekmez, ishal vakalarında kaynamış su ve biraz tuz ilave edilerek şerbet yapılıp içilirse bünyenin su kaybını telafi eder.

Bunlara lütfen dikkatt!

Pekmezde bulunan şekerler sindirim organlarından hızla kana geçtiğinden, şeker hastaları için uygun değildir. Ayrıca şeker hastalığına meyilli kişilerin çok miktarda pekmez şurubu içmesi problem oluşturabilir. Ayrıca, sıvı pekmezi asla plastik kaplarda değil mutlaka cam kaplarda saklamalısınız.

Kaynak;zaman, http://helalderman.wordpress.com/page/2/

Kış hastalıklarından korunmak için zencefil, limon, bal üçlüsü

 
 
Kışın artan ani hava değişiklikleri gribal enfeksiyona ve soğuk algınlığına sebep oluyor.

Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olacak, lezzetli içimiyle de son derece keyif almanızı sağlayan Zencefil, limon ve bal üçlüsünün kış aylarını rahat ve zinde geçirmenize yardımcı olacağını söylüyor.

Yüzyıllardır koruyucu etkisiyle bilinen, soğuk algınlığı ve boğaz ağrısında ilk tercih olan zencefil kökü, hoş kokusu ve ferahlatıcı özelliğiyle vazgeçilmez olan limon ile buluştuğunda soğuk algınlığından sindirim sorunlarına kadar bir çok rahatsızlığa iyi geliyor.

Zencefil safra salgısını artırması nedeniyle bilhassa yağlı yemeklerden sonra sindirime yardımcı olmakta, sancıyı gidermektedir.

Yangı giderici etkisi nedeniyle artrit gibi yangılı hastalıklarda şikayetlerin hafifletilmesinde yararlanılmaktadır.

Bilhassa limon ve balla birlikte hazırlanan çayı soğuk algınlığında, boğaz ağrısında ve öksürüklerde etkilidir.

Ayrıca, zencefil, bağışıklık sistemini güçlendirmesinin yanısıra, zayıflamaya yardımcı bir bitki olarak da biliniyor.

Sağlığına özen gösterirken farklı lezzetler deneyerek keyif almak isteyenler için zencefil ve limon kabuğu vazgeçilmez bir ikili.

Kaynak;http://helalderman.wordpress.com/page/2/

Rahat bir doğuma götüren 30 uygulama


Rahat bir doğuma götüren 30 uygulama
1. Hamile kalmadan önce kendinizle ilgili çalışın. Geçmişten getirdiğimiz birçok negatif olay anneliği, babalığı ve aile olma kavramlarını etkiler. Bu negatif yüklerden profesyonel terapi çalışmaları ile kurtulup, özgürleşebilirsiniz.

2. Hamilelik başlangıcından itibaren beslenmenize çok önem verin. Ne yerseniz bebeğiniz de onu yiyor. Doğaldan uzaklaşmadan dengeli beslenin. İki kişilik yemeyin.Kaliteli beslenin.

3. Doğum konusunu asla son ana bırakmayın. İlk aylardan itibaren hamileliği ve doğumu öğrenin. Hazırlıklarınızı erken yapın. Tercihlerinizi belirleyin. Son aylara güvenle girin.

4. Bulabileceğiniz erken gebelik kurslarına katılın. Hamilelik takibinde sizi bekleyenleri öğrenerek daha bilinçli bir aile olabilirsiniz.

5. Her ziyarette doktorunuza güven verin. Aileler genellikle güvenecekleri doktor ararlar ama güven vermeyi akıllarına getirmezler bile. Oysa artık doktorlar da ailelere güvenmek istiyorlar. Unutmayın ki doktor-gebe ilişkisi iki insan arasında güvene dayalı bir ilişkidir.

6. Annenizle doğumunuzu konuşun. Sizin doğumunuz aynı zamanda nasıl doğum yapacağınızı da etkilemektedir. Zor bir doğum hikayeniz varsa bu konuda profesyonel bir çalışma sizi bu negatif etkilenimlerden kurtaracaktır. Özelikle bu konularda uzmanlaşmış pre-natal psikolog (hamile psikologu) ile çalışın.

7. Beklenen doğum tarihinizi aileniz dahil herkese 2 hafta daha geç söyleyin. Bu tarih geldiğinde yoğun bir telefon trafiği ile rahatsız edilir ve gereksiz stres yaşarsınız. Herkes sizi farkında olmadan korkutur ve doğuma çok az kala gerilmenize sebep olurlar. Bu gerginlikler doğumun başlamasına engel olabilecek faktörlerdir.

8. 3. aydan itibaren bedeninizi egzersizlerle doğuma hazırlayın. İmkanınız varsa mutlaka yoga veya pilates derslerine katılın. Bu dersler beden-zihin-nefes dengesine dayalı derslerdir ve doğumun kendisi zaten budur. Eğitmenlerin doğumu bilmeleri çok önemlidir. Bu kursları almış ve doğumu bilen deneyimli eğitmenlerle çalışın.

9. Doğuma hazırlık kurslarına erken katılın. Bilgi içinizdeki birçok korkudan kurtulmanızı sağlayacaktır. Korkular doğumun önündeki en büyük engellerdir. Eğitmenlerin profesyonel eğitim alıp almadıklarını, bu konudaki tecrübelerini ve eğitim felsefelerini iyi inceleyerek karar verin. Her hamile eğitiminin doğuma yeterince hazırlamadığını unutmayın.

10. Rahat bir doğum için gevşemeyi öğrenin. Doğumda rahim kasımız aktif olarak çalışırken, diğer kasların gereksiz enerji tüketmemesi gerekir. Bu yüzden doğumda gevşeme en önemli faktörlerden biridir.

11. Bebeğinizin ve sizin sağlıklı bir doğum tecrübesi yaşamanız için nefes almayı öğrenin. Doğumda en önemli faktör uzun ve derin nefeslerdir. Bu nefesler bir yandan bebeğinize yeterli oksijenin ulaşmasını sağlarken diğer yandan da rahatlamanızı ve kasılmaları daha rahat karşılamanızı sağlar. Nefesle doğum çok daha kolaydır.

12. Normal doğuma götüren kanıta dayalı uygulamaları öğrenin ve bu konulardaki tercihlerinizi erken belirleyin.
Bunlar:
1Doğum kendi başlamalıdır
2 Annelere doğumda hareket özgürlüğü verilmelidir
3 Doğum yapan kadınlara kesintisiz duygusal ve fiziksel destek verilmelidir
4 Doğum eylemi boyunca rutin müdahalelerden kaçınılmalıdır
5 Doğumda doğal ve aktif ıkınma teknikleri tercih edilmelidir
6 Doğum sonrasında anne ve bebeği bir arada tutulmalıdır

13. Doğumunuzun tıbbi bir engel yoksa kendiliğinden başlamasını bekleyin. Kendiliğinden başlayan doğumlar anne ve bebeğin en sağlıklı hazır olmasının garantisidir. Kendiliğinden başlayan doğumlar daha kolay ve sorunsuz ilerler.

14. Doğum boyunca yatağa bağlı kalmayın. Aktif ve ayakta pozisyonlar kasılmaları daha rahat geçirmenizi sağladığı gibi, yerçekiminin de etkisiyle rahim ağzının daha kolay açılmasını ve bebeğin aşağı inişini kolaylaştırır. Yürüyün, sallanın, dans edin yani kısaca bedeninizi izleyin, o size ne yapmanız gerektiğini söyleyecektir.

15. Yanınızda size yardımcı olacak kişinin sakin bir kişi olmasına özen gösterin. Doğumda panik ve gerginlik bulaşıcıdır. Başkalarının gerginliği sizi ve doğumunuzu da etkiler.

16. Doğuma kalabalık gitmeyin. Çevrenizdekilerin sabırsızlığı doğumu ve sağlık personelini negatif etkiler.

17. Ebe hizmetlerinin aktif olarak kullanıldığı hastaneleri tercih edin. Doktorunuz doğumun açılma süresinde sürekli sizinle olamaz. Bu dönemdeki en büyük yardımcınız sizinle birebir ilgilenecek olan ebenizdir. Ebelere güvenin.

18. Doğumda bebek kalp atışlarının izlenmesi için kullanılan makineye tıbbi bir gereklilik yoksa sürekli bağlı kalmayın. Bu sizi kısıtlar ve bir sorun olduğu hissine kapılırsınız. Ara ara bebek kalp atışlarının izlenmesi yeterli olacaktır.

19. Doğumda zamana saygı duyun. Her doğum farklıdır. Kısa sürede ve rahat bir doğum yapmak için pozitif odaklanabilirsiniz ancak bu konuda şartlanmayın. Uzun ve yorucu bir doğum sonrasında da aynı coşku ve mutluluğu yaşayabilirsiniz.

20. Mümkün olduğunca rutin müdahalelerden kaçınmaya çalışın. Doğum o kadar mükemmel bir beden-zihin-bebek uyumu vardır ki, yapacağımız müdahaleler sadece bu işleyişi bozar. Ancak bazı zamanlarda tıbbi gereklilikler nedeni ile size önerilen müdahaleler konusunda sağlıklı kararlar verebilmek için bu konularda sağlıklı bilgi sahibi olun ve doktorunuzla bu konuları önceden konuşun.

21. İlaç dışı rahatlatıcı teknikleri öğrenin. Bunlar arasında gevşeme, nefes, küçük dokunuşlardan oluşan efloraj, imgeleme teknikleri, psikoprofilaksi, kendi kendine hipnoz sayılabilir. Bu sayede bebeğiniz ve sizin için her zaman bazı yan etkileri olabilecek ilaçla ağrı kesici yöntemlere gerek kalmadan doğum şansınız artacaktır.

22. Ikınmalar sırasında ayakta ve dik pozisyonları tercih edin. Bu sayede hem bebeğiniz daha iyi oksijen alacak hem de yerçekiminin kolaylaştırıcı etkisinden faydalanırsınız.

23. Epizyotomi dediğimiz vajinal kesi her doğumda yapılması gereken zorunlu bir uygulama değildir ve birçok yan etkisi de bulunmaktadır. Bunu engellemek ve rahat bir doğum yapmak amacı ile son aya girdikten sonra perine masajını uygulayarak kesisiz bir doğum şansınızı arttırabilirsiniz.

24. Doğum için seçtiğiniz hastane ve doktorun yukarıdaki doğuma götüren uygulamalara nasıl baktığını, sezaryen oranlarını ve rutin müdahalelerini öğrenin. Tercihleriniz varsa bunları önceden doktorunuzla paylaşma sorumluluğu sizindir.

25. Doğum tercihlerinizi yaparken sorumluluk almayı da öğrenmeniz gerekir. Doktor-anne-baba üçlüsü olarak alınacak her kararda sorumluluğunuz olduğunu unutmayın. Bu sorumluluğu alabilmenin tek yolu kararlara ortak katılabilecek kadar bilgi sahibi olmanızdır. Tüm sorumluluğu doktora bıraktığınız zaman sizin değil, onun isteklerine göre bir doğum yapmanız kaçınılmazdır.

26. Doğum normal, doğal ve sağlıklıdır. Ancak bazen doğanın da yardıma ihtiyacı vardır. Belli bir oranda sezaryen olabileceğinizi unutmayın. Sezaryen olma durumunuzdaki seçeneklerinizi ve tercihlerinizi belirleyin. Anne ve bebeğine saygılı bir sezaryenler, sezaryenin birçok olumsuz etkisinden kurtulma şansınız olacaktır.

27. Doğum sonrası kritik saatler anne-bebek bağlanması açısından çok önemlidir. Doğumdan sonra tıbbi bir engel yoksa bebeğinizin derhal kucağınıza bırakılmasını talep edin. İzin verirseniz bebeğiniz kendi içgüdüleri ile memeyi bulacak ve emmeye başlayacaktır. Bu konuları önceden doktorunuz ve hastane yönetimi ile konuşun.

28. Doğum sonrası bebeğinizle mutlaka aynı odada kalın. Doğum sonrasındaki anne-bebek bağlanmasının bozulmaması için fazla ziyaretçinin odaya dolmasına izin vermeyin. Anne ve bebeğin bu kutsal saatlerine saygı gösterin.

29. Doğumda ağrı olmak zorunda değildir. Ağrısız doğum yaptığını söyleyen birçok gebem var. Bebeğin yaptığı baskıları zihninizde dönüştürebilir, dalgalar gibi karşılayabilir ve çok daha rahat karşılayabilirsiniz.

30. Doğum sonrasındaki ilk 2 hafta doğum kadar önemlidir. Büyük değişim yaşadığınız bu zamanlara da şimdiden hazırlanın. Aşırı ziyaretçi dinlenmeniz gereken zamanları kısıtlayarak yorgunluğunuzu arttıracak depresyon ihtimalini arttıracaktır. Bebeğe ve kendinize odaklanmak birincil tercihiniz olmalıdır.

İstanbul Doğum Akademisi,HAKAN COKER
Bu yazı Bebeğim ve Biz Dergisi Kasım 2010 sayısında yayınlanmıştır.

Sülükle tedavi


Sülükle tedavi;

Çocukluğumuzda büyüklerimiz evde ve hamamlarda ağrıyan değişik yerlerine sülük vurunurlardı. Yani, birkaç santimetre uzunluğunda sülük dediğimiz hayvan vasıtasıyla şifa için kan aldırırlardı.

Yakın tarihe kadar da bu iptidai bir metot olarak bilinirdi. Halbuki şimdi, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tıp araştırmacılarının, sülüklerle yeniden araştırma yapmaya başladıklarını hayretle görmekteyiz.

Belirli şartlar altında bu hayvan, faydalı bir tedavi vasıtası kabul edilmektedir.

Doktorların tıbbî sülük dedikleri bizim küçükler, ta doğuştan modern kan alma metoduna sahiptir.

Yani, Sani-i Hakîm, bu iş için onları hususi tanzim etmiştir. Şimdi bir laboratuara gidip kan aldırmaya kalksanız; mutlaka canınız yanar. Ama bizim tıbbî sülük hiç acıtmaz. Cenab-ı Hak ona üç adet çok keskin çene takmıştır. O, bunlarla operasyon yapar. Sonra yaraya, uyuşturucu şırınga etmeyi de ihmal etmez!

İşte bunun için kanını emeceği kimseyi acıtmaz. Bu noktada aklımıza bazı sorular gelmektedir: Acaba “doktor sülükler” insanların sinir sistemine sahip olduklarını, bunları uyuşturunca acı çektirmeyeceğini hangi tıp fakültesinden öğrenmiş olabilirler? Sonra kendi özel uyuşturucu maddesini hangi laboratuarda keşfetmişlerdir?

Dahası, tıbbî mahareti bundan ibaret değil. İnsanların bir tarafı kesilse ve küçük bir yara açılsa, kan birkaç dakika sonra kendiliğinden kesilir. Bu da Cenab-ı Allah’ın hayatımızın devamı için kanımıza verdiği bir özelliktir. Aksi takdirde hastalık var demektir. Bizim küçük doktorlar, kestiği toplardamara yanaştı mı, normal olarak şöyle bir yarım saat kadar kan emmelidir. Çünkü ancak bu zaman zarfında bir öğünlük gıdasını alabilir.

O, en az bir doktor kadar bilgili ve bir kimyager kadar maharetlidir! Bunun için vücudunda salgı bezleri inşa edilmiştir. Bu minik laboratuarlarda, kanın pıhtılaşmasını önleyici hirudin denilen maddeyi keşfedip imal etmeye başlamıştır. Uyuşturucunun yanı sıra, deriye bu maddeyi de şırınga eder. Böylece kanın sürekli akmasını sağlayarak istediği kadar içer. Önce, sarsılıp titreyerek emmeye başlar. 20-30 dakika sonra, bir öğünlük gıdasını oluşturan kanla şişmiş olarak deriden ayrılır ve yavaş yavaş sindirim işlemine başlar.

Hani insan, sülüğün kan emmek için sahip olduğu özel aletlerini, vücudunun hususi tanzimini ve tıbbî maharetlerini Cenab-ı Allah’a vermese, onu, mütehassıs bir doktor, eşsiz bir biyokimyacı kabul etmesi gerekmektedir. Onu yaratan ancak Cenab-ı Hak’tır. Çünkü Rabbimiz canlıları ve onların kanlarını, sinir sistemlerini en iyi bilendir. İşte bunun için sülüğü ona göre tanzim etmiştir ve insanların, hayvanların hizmetine sunmuştur.

Sülüğün varlığı ve kan emmek için hususi tanzimi gösteriyor ki; sülüğü kim yaratmışsa, insanları da yaratan O’dur. Evet, bir sülüğün vücudumuzda açacağı yarayı uyuşturabilmesi, kanımızın akışını sağlayan hirudin maddesini imal edebilmesi, mutluluk hormonu ile hastayla iletişim sağlaması, Yüce Yaratıcı’nın birliğine bir ispattır, Vahdaniyete bir delildir.

Sülüğün vücudunda, Rabbimizin daha ne hikmetleri vardır… Sülük, bir insan vücudundan 20-30 dakikada aldığı kanla, hayatını tam 6 ay kadar sürdürebilir. Bunu nasıl sağlar? Niçin bir emişte bu kadar çok kan alma istidadı verilmiştir? Tıbbî sülük, yaşadığı kendi tabiî sulak ortamında, insan kanına benzeyen bir besini kolay kolay bulamaz. Bu yüzden Rabbimiz onun vücuduna elde ettiği bir besinden en fazla faydalanabileceği bir sistem yerleştirmiştir. Şöyle ki: Bir öğünlük besinini emip depolarken, vücudu normal hacmine göre 10 kat şişebilmektedir. Emmeden sonra, önce kanın suyu ayrılır ve özel ceplerde depolanır. İş bununla da bitmez. Kanın çözülmemesi gerekir. Bunun için de bağırsaklarında bulundurduğu özel bakterileri (Pseudomonas hirudinus) kullanır. İşte bu sistem sayesinde bir sülük, yalnız bir öğün yemeği ile hayatını 6 ay kadar sürdürebilir. Hatta bu süre sonunda kendi vücut dokularını parçalayarak bir süre daha yaşayabilir.

Bu özel görevli, şimdi modern tıpta nerelerde kullanılmaktadır?

Sülük uygulamasının, ciddi doku zedelemesinin verdiği rahatsızlıkları giderdiği görülmektedir. Meselâ ameliyattan sonra yara izini taşıyan dokuyu iyileştirdiğini gösteren ciddi çalışmalar vardır. Sülükler kan çekme aracı olarak da kullanılabilecektir. Bilhassa kalp yetmezliği ya da kalp krizi geçiren insanların tedavisi, onların yeni kullanım sahalarıdır. Ayrıca son araştırmalar, vücuttan kopmuş organların dikilmesinde de onların işe yaradığını göstermiştir.

Gözleri ve işitme organları olmayan sülükler, 105 farklı biyoaktif madde sayesinde, vücuttaki kirli kanı emerek toksinlerin atılmasında yardımcı olmaktadır.

Eski yara, uyuz, egzama, sedef, vitiligo, mantar, yılancık gibi her türlü cilt hastalığı ile çürük, morluk ve çillerde de kullanılmaktadır.

Varis ve basur gibi damar tıkanıklığı ve dolaşım bozukluğunda, tiroid, hipofiz, yumurtalık, erbezi, prostat, rahim, kalp, karaciğer, dalak, akciğer, MS, alzhemier, parkinson, fıtık, ateşli şişlikler, çıban, kangren gibi hastalıların tedavisinde kullanılmaktadır.

Göz travması sonrası göz tansiyonu, göz damarlarının kanaması, arpacık, katarakt başlangıcı için kullanılmaktadır.Sara hastalığı, ağız ve dil yaraları için, bel ve boyun fıtığında, tiroid bezi hastalıklarında kullanılmaktadır.

Sülüklerin tarihi ve “Hirudoterapi”

Sülükler halkalı solucan türündendir. Canlıların kanını emerek yaşamını sürdüren dış parazit (ektoparazit) olarak tanımlanırlar. Bilinen 650 çeşit sülük türü vardır. Fakat tıbbî uygulamalarda kullanılan Tıbbî Sülük “Hirudo medicinalis”tir.

Tıbbî sülüğün ağız yapısında üç çenesi, yutağın etrafında tükürük bezleri mevcuttur. Tükürük bezleri, besin olarak alınan kanın pıhtılaşmasını önleyen hirudin salgısı ihtiva eder. Keskin çenelerinin yardımıyla derinin 1,5 mm derinliği boyunca ısırabilirler. Kesikleri mercedes işareti şeklindedir. Emdiği kan hacmi yaklaşık 5-15ml’dir. Isırdığı yerden ayrıldıktan sonra bölgede (yaklaşık olarak 3-24 saat) kanama olabilir. Bir tedavi seansında çoğunlukla bireylere 5 ile 12 adet tıbbî sülük uygulamaktadırlar.

Latince’de “sülükle tedavi” anlamına gelen Hirudoterapi, M.Ö. 15. yüzyılda Babil yazılı kayıtlarına kadar uzanan kadim bir tedavi yöntemidir. Yine antik dönem Mısır ve Hint tıbbı kayıtlarında da bu tedaviyi görmekteyiz. Sülüklerin medikal alandaki ilk kliniği, yaklaşık 2500 yıl önce kurulmuştur. İbn-i Sina da sülüğü bir tedavi aracı olarak kullanmış, öğrencilerine bu konuda eğitim vermiştir. Zamanla Avrupa’da da yaygınlaşmış olan Hirudoterapi, bir dönem kilisenin “kan aldırmayı günah saymasıyla” yasaklanmış ancak Rönesansla birlikte tekrar yükselişe geçmiştir. Şu anda başta Almanya, Fransa, İngiltere olmak üzere tüm Avrupa’da ve Rusya’da hekimler tarafından kullanılmaktadır.

Hirudoterapi özellikle, 18. yüzyılın sonuna doğru ve 19. yüzyılın yarısına doğru yaygın olarak uygulanmıştır. Ancak o zaman doktorlar sülüklerin tıpta kullanılmalarına çok önem vermişlerdir. Doktorlar birçok hastalıklarda sülükleri kullanmış ve 200 hastalığı iyileştirmişlerdir. Kontrol edilemeyen sülük kullanımı, Hirudoterapi’ ye kuşkuyla bakılmasına sebep olmuş ve çok sayıda doktor, bu tedavi şeklini reddetmiştir. Bugün tıbbî sülüklerle yapılan tedaviye ilginin artması, bu tedavi şekline güveni ve doğal tedaviye dönüşü göstermektedir. Hirudoterapi’ye övgü değildir, sadece insan sağlığı yönünde tedbirli ve mantıklı bir davranışın işaretidir.

Hirudoterapi’nin tedavi edici etkisi çeşitli etkiler gösterir. Organların işleyiş biçimi, Refleks sistemi ve biyolojik etkileri. Sülükleri genellikle hastanın derisinde refleks hareketi meydana getiren noktalara uygulanır. Sülükler ısırdığı noktadaki mekanizmayı harekete geçirir ve kan akışının sağlanmasında oldukça başarılıdır.

İkinci olarak, daha sonra sülüğün ısırdığı bölgede bir süre kan akışı meydana gelir. Ve üçüncü olarak kan emilirken, içinde 100’den fazla enzimin bulunduğu salyasını yumuşak bir hareketle insan vücuduna salgılar, vücudun içinde birikip atılamayan sıvıları çeker, insan organizmasını düzenler. Mikro cerrahide ve plastik cerrahide tedavi edilecek bölgede küçük bir ısırıkla işe koyulan bu küçük omurgasız hayvan, kanı emerken salgıladığı enzimler sayesinde vücudun kan dolaşımını sağlar.

Tıbbî Sülüğün Salyası şu maddeleri içerir:

• Hirudin
• Destabilase
• Hirustasin
• Bdellins
• Hyaluronidase
• Tryptase inhibitor
• Eglins
• Factor Xa inhibitor
• Complement inhibitors
• Carboxypeptidase A inhibitors
• Histaminelike substances
• Acetylcholine
• Anesthetics subsctance

Ayrıca sülüğün salyası, bakterilere karşı koyucu “antibakteriyel” özelliğe sahiptir.

Aeromonas hydrophila: Sülüğün bağırsağında “Aeromonas hydrophila” bakterisi bulunmakta ve sülüğün aldığı kanı hazımlaştırmaktadır. Bu bakterinin bünyesinin zayıf kişilerde alerji yaptığı görülmektedir. Böyle bir alerji ile karşılaşırlarsa doktorunuza danışmanızı öneririz.
Hirudoterapi’nin birçok hastalığın tedavisinde etkili olduğu kanıtlanmıştır.
Hirudoterapi’nin 5-10 seans arasında, 5-12 arası sülük tedavisi uygulandığı ve iyi sonuçlar alındığı klinik bilgilerle kaydedilmiştir.
Sülük kullanımı için en iyi mevsim ilkbahar, ikincisi sonbahardır.

Tıbbî sülüğün kullanıldığı bazı alanlar:

• Kardiyoloji
• Pnömoloji
• Gastroenteroloji
• Endokrinoloji
• Jinekoloji
• Üroloji
• Göz
• İmmünoloji
• Ve Diğerleri


Tıbbî Sülüğün insan organizmasındaki temel etkileri:

• Kanın pıhtılaşmasını önler.
• Pıhtıların çözülmesini sağlar.
• Hipoksi’yi düzenler.
• Kandaki oksijen miktarını arttırır.
• Düşük tansiyon (normale çevirir.)
• Yüksek tansiyon düzenler.
• İltihaplı yaraların tedavi sürecini hızlandırır.
• Damarlardaki kan dolaşımını düzenler.
• Yağların eritilmesini sağlar.
• Nabız, sinir ve kasları düzenler.
• Genel refleksi düzenler.
• Damar duvarlarını düzenler.
• Antibakteriyel koruyucudur.
• Bağışıklık sistemini güçlendirir.
• Ağrı kesici özelliğe sahiptir.


Tedavide kullanılacak sülüklerin hangi özellikler sahip olması gerekir?

Dünyada 400’ün üzerinde sülük çeşidi bulunmakta olup, başlıca iki tanesi tıbbî amaçla kullanılmaktadır. Sülüğün tıbbî olmaması, ürettiği salgının bileşimine bağlıdır. Ülkemizde yaygın şekilde bulunan Tıbbî Sülük (Hirudo Medicinalis) bu amaçla kullanılan iki tipten biridir. Biyolojik tip dışında, kullanılan sülüğün fabrika atıklarına ya da kirli sulara maruz kalmamış olması ya da kültür sülüğü kullanılması gerekir ki; ağır metal ve enfeksiyon bulaşmasına neden olmasın.

Gözleri ve işitme organları olmayan bu canlılar tedaviyi nasıl gerçekleştirmektedirler?

Sülükler sanıldığı gibi kanı emerek tedavi yapmazlar. Tedavi edici özellik kanın alınmasında değil, kan emilirken vücuda verilen salgıda gizlidir. Bu salgı, 100’ün üzerinde biyoaktif madde barındırır ve bu maddeler, kanın pıhtılaşmasını engelleyici (antiagregan), oluşmuş pıhtıyı eritici (Fibrinolitik), ağrı kesici (analjezik-antiromatizmal), mikrop öldürücü (antibakteriyel), tansiyon dengeleyici (antihipertansif), kas gevşetici (myorelaksan), bağışıklık sistemini düzenleyici (immun modulatör) ve stres giderici (anksiyolitik) etkilere sahiptir. Ayrıca “nörotrofik” etkiyle sinir hücreleri ve liflerinin tamir esilmesini hızlandırır.

Hirudoterapi uygulamasında dikkat edilmesi gereken noktalar nelerdir?

Uygulama öncesi hastanın vital bulguları gözden geçirilir. Tedavi hakkında son bilgiler verilir ve zihinde hiçbir soru işareti kalmaması sağlanır. Sülük koymadan önce gerekli vücut bölgeleri ılık su ile yıkanarak kurulanır ve lifle masaj yapılır. Pratikte sülüklerin yapıştırılacağı yerler akupunktur noktalarına göre belirlenir veya hastalık durumuna göre sülükler kendi kendilerine belirlerler. Vücudun en kirli kanını emerler, doyduktan sonra düşerler. Ancak boğaz, koltuk altı, kasık bölgesi gibi büyük damarların geçtiği bölgelerde kullanılmamalıdır.

Tedavi gören kişinin, tedaviden sonra nelere dikkat etmesi gerekir?

Kanı sulandırıcı etkisi nedeniyle uygulama sonrası 6-8 saat civarında sızıntı şeklinde kanama olabileceğinden, yapılmış olan pansuman açılmadan ertesi güne kadar bekletilmelidir. Bu süre içinde hastanın istirahat etmesi, çok sıcak ya da soğuk ortamlardan kaçınması, kanı sulandırıcı ilaç kullanmaması ve bol sıvı alması gerekir. Kiraz, vişne ve limon, kanı çok sulandırdığı için sülük koymadan iki gün önce ve konulan gün bunları yememek gerekir. Uygulamadan bir gün sonra banyo yapmakta sakınca yoktur.

Sülükler hangi ortamda tedavi edici olarak yetiştirilmektedir?

İngiltere, İrlanda, Fransa ve Almanya’da olduğu gibi ülkemizde de yakın zamanda birkaç üniversitemizin Su Ürünleri Fakültelerinde kültür sülüğü üretimine başlanmıştır. Böylece hem hijyenik, standart ve istenilen sayıda sülük temini sağlanmış hem de Türkiye’nin önemli bir ihraç malı olan sülüklerin doğadan toplanması sonucu ekolojik dengesinin bozulması engellenmiştir.

Hirudoterapi uygulamasına neden bu kadar geç başlanılmıştır?

Aslında sadece Hirudoterapi’nin değil diğer birçok Doğal Tıp yönteminin de ülkemizde çok geç tanındığına üzülerek şahit olmaktayız. Bu konuda en büyük eksiklik, Avrupa ülkelerinin aksine Tıp fakültelerimizde Doğal Tıp derslerinin bulunmayışıdır. Tıp eğitimi sırasında bahsi bile geçmemiş bir yöntemle sonradan karşılaşan doktorlar, bunun ciddi bir tedavi aracı olabileceği konusunda şüpheler duymaktadırlar. Bunu ortadan kaldırmanın tek yolu, sülük tedavisi ile birlikte bitkisel tedavilerin, akupunktur ve refleksolojinin, aromaterapi, kristal terapi gibi farklı argümanların standart tıp eğitimi içinde yer alarak, yeni mezun her hekimin bu tedaviler hakkında temel bir bilgisinin bulunmasını sağlamaktır.

Her derde deva sülükler, başta Amerika, Almanya ve Rusya olmak üzere Avrupa ülkelerinde, Uzakdoğu ülkelerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Son yıllarda ülkemizde de kullanılmaya başlanan sülükle tedavi yöntemi, dolaşım bozukluklarında, sedef ve egzama gibi cilt hastalıklarında, romatizmal hastalıklarda, hemoroitte, göz tansiyonunda (glokom) ve buna bağlı görme kayıplarında, migrende ve kanser de dahil olmak üzere pek çok rahatsızlıkta başarı ile kullanılmaktadır.

Tıbbî sülük tedavisinin dünyada ve ülkemizde eski popülaritesini tekrar yakalamasının sebebi, insanlığın tekrar doğal tedavilere yönelmesidir. Uzun bir zaman Tıbbî Sülük tedavisi unutulmuştur. Ama günümüzde yapılan araştırmalar ve uygulamaların sonuçları ortadır.

Almanya’da 300’ü aşkın Hirudoterapi kliniği vardır. Sadece Avrupa’da yılda 100 milyon sülük kullanılmaktadır. Ne yazık ki bu sülüklerin çok büyük bir kısmı, ülkemizden alınmaktadır. Yüce Rabbimiz bu şifayı bizim ülkemize bir lütuf olarak bahşetmiştir.

Amerika’da sülük tedavisi uygulayan hekimlerin kurduğu derneğin 1000’den fazla üyesi vardır. 30 Haziran 2004 tarihinde Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA), tedavi amaçlı tıbbî sülük kullanımına onay vermiş ve Avrupa’daki gibi eczanelerde satılmasına izin vermiştir.

24 Mayıs 2007 tarihinde Sağlık Bakanlığı, Tıbbî Sülük tedavisinin (Hirudoterapi) tamamlayıcı tedavi olarak sadece yataklı hastanelerde kullanılmasına onay vermiştir.

1- Sülük tedavisi hangi hastalıklar için kullanılıyor?

•Sülük Tedavisi, atardamar ve toplardamar tıkanıklıkları başta olmak üzere birçok dolaşım sistemi hastalığında, varis, iltihaplı ve iltihapsız eklem romatizmalarında, epilepsi çeşitlerinde, yumuşak doku romatizmalarında, felç, kısmi felç, sedef ve egzama gibi cilt hastalıklarında, hemoroitte, göz tansiyonu (glokom) ve buna bağlı görme kayıplarında, migrende ve her türlü baş ağrısı, yüksek tansiyon, troide bağlı şişmanlık, astım ve bronşial hastalıklar, yanık vakaları, iyileşmeyen yaralar ve ameliyat izleri, kangren, Meniere hastalığında ve bazı işitme kayıplarında başarıyla kullanılmaktadır. Ayrıca Ortopedi ve Rekonstrüktif Cerrahi kapsamında, gangren gelişmekte olan kopuk organ tamirlerinde de tüm dünyada yaygın biçimde kullanılmaktadır. Son olarak sülüğün güçlü antioksidan etkisi nedeniyle Koruyucu (Preventif) Tıpta da kullanımından bahsetmek gerekir ki; yılda bir defa yapılan Sülük Tedavisi, o yıl içinde enfeksiyonlar başta olmak üzere birçok hastalığa karşı koruyucu etki göstermektedir.

2- Bir hastada kullanılan sülükler, başka bir hastada da kullanılabiliyor mu?

•Bir hastada kullanılan sülükler, kesinlikle başka bir hastada kullanılmamalıdır. Böylece kan yoluyla bulaşan hastalıkların geçişi engellenerek güvenli bir tedavi sağlanmalıdır. Sülükler ilk kullanımda ürettikleri salgıyı boşalttıklarından, ikinci uygulamada aynı etkiyi gösteremezler.

3- Sülük tedavisi uygulamasında dikkat edilmesi gereken bölgeler var mı?

•Yumuşak cilt bölgelerinde dikkatli olunmalı, doktor kontrolünde yapılmalıdır. (Göz kapağı ve çevresi gibi)
• Keratinize bölgeler (Avuç içi, ayak tabanı gibi)
• Önemli Damarların Üzerleri (Boyun, Çene altı, Koltukaltı, Kasık gibi)

4- Sülük tedavisinde uygulanması sakıncalı olan hastalıklar var mı?

•Sülük tedavisi uygulamasında dikkat edilmesi gereken noktaların başında, hastanın anemi (kansızlık) sorununun olmaması, kanı sulandırıcı ilaç kullanmıyor olması, pıhtılaşmaya engel bir hastalığının bulunmaması (hemofili) ve vücudunda aktif bir kanama odağının bulunmaması, son bir ay içinde mide-barsak kanaması gibi bir hastalık geçirilmiş olması, cerrahi işlemlerin öncesi ve sonrası, ayrıca diyalize girmekte olan hastaların vital bulguları çok değişken olduğundan Sülük Tedavisi uygulanmaz. Gebelerde ve emziren annelerde, kontrolsüz diyabet hastalığı veya kalp yetmezliği olanlarda da sülük tedavisi uygulanmaz.

5- Sülük Tedavisinin yan etkileri var mı? Tedavi gören kişi daha sonra rahatsızlanırsa ne yapılması gerekir?

•Sülük tedavisinden sonra en sık karşılaşılan yan etkisi, uygulama bölgesinde görülen lokal kaşıntıdır. Bunun için 2 gün boyunca evde soğuk uygulama yapmak yeterlidir. Bunun dışında nadiren gelişebilecek baş dönmesi, tansiyon düşmesi, kanamanın uzun sürmesi gibi problemlerde doktorunuza başvurmanız veya en yakın sağlık kuruluşuna başvurmanız önerilir. Sadece kirli kan dışarı atılacağı için korkmamak gerekir. Kanamanın 12 saatten fazla sürmesi de normaldir.

6- Acil işim çıktı. Sülüğü ısırdığı bölgeden çıkarmak istiyorum. Ne yapmam lazım?

•Tedavi bitmeden, sülük ısırdığı bölgeden alınmak istenirse sülükler üzerine biraz su, tuz veya kabartma tozu serpilir. Kesinlikle ısırdığı bölgeden çekmek suretiyle çıkartmaya çalışılmamalıdır.

7- Sülük, ısırdığı bölgede ne kadar zaman kalmaktadır?

•Sülük doyduğunda kendiliğinden ısırdığı yüzeyi bırakır. Yaklaşık olarak 20 ila 45 dakika arasındadır. Nadiren 60 dakikayı bulduğu da olmuştur.

8- Sterilize sülük kullanmazsam ne olur?

•Sterilize edilmeden, kişilerin bu sülükleri dikkatsizce kullanmaları, bilinen ve bilinmeyen enfeksiyonlar kapma ihtimali açısından büyük risk taşır.

9- Aldığım sülükler kısa zaman sonra ölüyor?

•Sülüklerin bakımında sakınılması gereken iki önemli husus vardır. Bunlardan biri suyun sıcaklığı diğeri ise suyun klorlanmamış olmasıdır. (Şişe suyu kullanınız.) Ani ısı değişimlerinde sülükler ölür. Suyun sıcaklığının 20 C olması gerekmektedir.

10- Tedaviden sonra nelere dikkat etmem gerekir?

•Tedaviden sonra hastanın istirahat etmesi, çok sıcak ya da çok soğuk ortamlardan kaçınması, kanı sulandırıcı ilaç kullanmaması ve bol sıvı alması gerekmektedir.

11- Tedaviden sonra banyo yapabilir miyim?

•Tedaviden bir gün sonra banyo yapmakta sakınca yoktur.

12- Tedaviden sonra sülüğün ısırdığı bölgeden ne kadar zaman kan akacak?

•Uygulama sonrası 3-24 saat civarında sızıntı şeklinde kanama olabilir. Yapılmış olan pansuman açılmadan, ertesi güne kadar beklenmelidir.

13- Sülük tedavisinde enfeksiyon kapma riski var mıdır?

• Uygulanacak bölge temiz olursa ve de sülüklerin dış yüzeyleri sterilize edilmiş olursa hiçbir enfeksiyon görülmez. Sülükler 3-6 ayda bir beslenirler. Emdikleri kanı, içindeki mikroplarla birlikte tamamen hazmederler. Onun için bünyelerinde mikrobik hastalık taşıma riskleri yoktur.

14- Sülük ısırmak istemezse / ısırmıyorsa?

•Sülüğün kolayca ısırmaması halinde;
• Soğuk deri
• Sigara içiliyorsa
• Parfümlü yüzeyse
• Küçük çocuksa
Uygun bölge ılık ve temiz olan deridir. Hala sülük yapışmıyorsa iğne ile bir delik açılması tavsiye edilir. Eğer hala yapışmıyorsa sülük değiştirilir.

15- Sülük ısırması ağrı ya da acıya sebep olur mu?

•Sülüğün ısırması, hastalar tarafından sivrisinek ısırması gibi hissedilir. Ağrı ya da acıya sebebiyet vermez.

18- Sülükleri nasıl imha etmemiz gerekli?

•Sülükler kullandıktan sonra klorsuz su içinde, en yakındaki bir akarsuya, su kanalına veya göle bırakılabilir.

19- Tedavi için kaç sülük almalıyım?

•Hastanın yaşına, kilosuna ve hastalığın çeşidine göre sayı değişmektedir.

20- Kanama durmuyorsa ne yapmalıdır?

•Kanamanın şiddetine göre 12-48 saat durdurmamak gerekir. Çünkü yalnız kirli kan dışarı atılır. Vücutta temiz kanı dışarı atacak mekanizma yoktur. Kanama durmuyorsa o zaman ceviz kabuğu yakılarak külü serpilir veya nar kabuğunun tozu serpilerek bantlanır.

Sülüklerin Bakımı:

Su: Sülüklerin bakımında sakınılması gereken iki önemli husus vardır. Bunlardan biri suyun sıcaklığı diğeri ise suyun klorlanmamış olmasıdır. Sülükler alınır alınmaz, yeni bir suyun içine aktarılmalıdır. Klorlanmamış su veya şişe suyu kullanılmalıdır. Gün aşırı sülüklerin suyu değiştirilmelidir.

Sıcaklık: Sülüklerin yaşadığı suyun sıcaklığı (16-20 C)’de tutmaya özen gösterilmeli,
(24 C) üzerindeki sıcaklıklardan sakınmalıdır. Gün ışığıyla direk temas olmamalıdır. Sülükleri bir kavanozdan diğer bir kavanoza aktarırken, ani su sıcaklığı değişiklerinden kaçınılmalıdır.

Kavanoz: Gördükleri en küçük boşluktan geçebilmesini sağlayan omurgasız yapıları sebebiyle kapaklı bir kavanoz seçilmesi önerilir. 1lt kavanozda 50 adetten fazla sülük muhafaza edilmemelidir.
Bir hadîs-i şerifte: “İlaçların hayırlısı, burna çekilen ve ağızdan alınan ilaçlar, müshil, kan aldırmak (hacamat) ve sülük vurdurmaktır.” denilerek, sülük tedavisinin 14 asır önce de uygulamada olduğu ortaya konmaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A.V), kirli kan aldırmak konusunda hacamattan başka sülükleri de kullanmış ve bunun için hicrî ayın 17, 19 ve 21. günlerini tercih etmiştir.

Bayanların güzellik formülü: Rus güzellik uzmanlarının sıklıkla uyguladıkları yöntemlerden biri de ameliyatsız kozmetik diye bilinen doğal tedavi ile güzelleşmede sülükleri kullanmalarıdır. Çok eski ve hızla yarar gösteren bu yöntem, uzun yılların tecrübeleriyle ortaya çıkmıştır.

Sülükler, yüz bölgesinde tetikleyici noktalara konulduğunda gençleştirici ve canlandırıcı etkiler gösterir. Tiroid bezinin eş zamanlı çalışmasını hızlandırır ve kronik yaraların hızla iyileşmesini sağlar. Beyindeki kan akışını hızlandırır, horlama tedavilerinde ve sigaranın ciltteki tedavilerinde kullanılır. 46 yaşındaki Demi Moore, Hollywood standartlarını bile aşan gençliğinin ve güzelliğinin sırrını tıbbî sülüklere borçlu olduğunu açıklamıştır. Avusturya’da sülük terapisi gördüğünü söyleyen Moore, “Her zaman doğal yöntemleri tercih ederim.” demiştir. Sülüğün gençleştirme etkisi, insan derisindeki kan akışının hızlanması ile 4-6 hafta arasında gerçekleşir.
Sülüklerin ısırdığı zaman bıraktıkları yara izlerinden korkulmamalıdır. İzler 7-10 gün arasında kaybolur.
Modern hayatın önümüze serdiği yeniliklerin, kimyasal kirliliğin bedelini maddî ve manevî olarak ne yazık ki hepimiz ödüyoruz. Artık doğaya ve doğala dönmenin zamanı gelmiştir…
Sıhhatle ve sevgiyle kalın…
Kaynak; Nazan Başoğul, http://helalderman.wordpress.com/category/suluk-kullanimi/